lanet olası pazartesi

entry2 galeri
    2.
  1. ***
    (birkaç saat önce)
    “demek odtü ha?”
    “evet aslında zar zor bitirdim desem yeridir.”
    “peki neden burası? Bir çok yerde çalışabilirsin.”
    Neden? Ne demek neden? Kadınların erkeklerin hakkında bilmediği, en basit yoldan mantık devrelerini tamamlamalarıdır. Burada çalışıyorum çünkü öyle istiyorum. Aslında hiçbir yerde çalışmayı istemiyorum ama hayatta kalmak için –nedense- para lazım. Günümüz dünyasının en ilginç yanı da bu. Diyelim sosyal yaşamı reddediyorsunuz. Bir kimliğe bir ırka, bir ülkeye bağlı kalmak istemiyorsunuz. Kendinizi bir ormana atıp hayatınızı ilkel, medeniyetten uzakta yaşamak istiyorsunuz… imkansız. Birileri mutlaka ardınızdan gelecektir. Önce size bir kimlik verecekler, sonra bu kimlik yüzünden doğan sorumluluklarınızı bir bir sıralayacaklar. Beklentileri olacak. Korkma sana iş buluruz diyecekler ve işte dostum bu olduğunda hayatın sonuna kadar çalışmakla geçecek. Bir ucundan bulaştığın anda seni içine çekecek bir bataklık. Kurtuluşun yok.
    “evime yakın.”
    “ama geç kalıyorsun” dedi güldü.
    Sebepsiz yere mutlu oldum. Gamzesi dudaklarından daha da çok gülüyordu suratında. Işıl ışıl gözleri bana bakıyordu. Dudakları oynuyordu fakat söylediklerini anlamıyordum. Zira hiç dinlemiyordum.
    “…. Öldüm gülmekten sonra…. Kusura bakma sakın……. Bilseydim sen oluğunu….. tekrar kusura bakma”
    “nasıl yani?”
    “üstün başın diyorum. Sabah otobüste giderken senin düştüğünü görmüştüm onu anlatıyordum, çok güldüm kusura bakma.” Gülmeye devam ediyordu.
    Midemin altına bir sancı girdi. oradan soluk boruma kadar bir yanma hissi. Kulaklarım uğuldadı. Pazartesi 4- Yavuz 1. Rezil olmak için harika bir gün. Daha kötü ne olabilir ki?
    “bu kadar yeter şimdilik. Benim biraz işlerim var onları toparlamam lazım. Sen dolaş biraz. ilk gün fazla kasmaya gerek yok.
    Ne dedim ben şimdi? Utandırdın onu işte. Kızdı da sanırım. Ah be şimal. Neden durduk yere rencide ettim adamı şimdi.

    -5-
    Yemekhanenin soğuk koridoru kışın tüm imkânlarını kullanarak misafirlerine elinden geldiğince zatürre ikram ediyordu. Bu misafirperverlik vereme kadar götürebilirdi. Tabldotlarını alıp masaya oturdular.Şimal yavuz’un karşısına geçti. Sanırım söyleyecekleri vardı. Patlıcan musakka, ezogelin, cacık ve pilavla daha rahat konuşabilirdi aslında şu anda.
    “bak tekrar her iki olay içinde özür dilerim.”
    Pazartesi 4 – Yavuz 3. az kaldı.
    “ilk günüm ve çok heyecanlıyım. Seni kırmak yada rencide etmek istemedim. Lütfen beni yanlış anlama. Bu pazartesi iyi başlamadı benim için. Anlaşılan senin için de öyle.”
    Midemdesindeki sancı tekrar başladı. Lise yıllarından hatırladığı bir duygu. Heyecan değil. Öfke hiç değil. Diline acı ama bir o kadar cezbedici bir tat geldi. Nabzı hızlandı. Sanırım bu beraberlik golü. Mümkün müydü? Bu yaştan sonra bir insan aşık olabilir miydi?
    Pazartesi 4- ben 4
    Yavuz az önce cennetten yanlışlıkla ayağı kayıp bu fani dünyaya düşmüş olan bu meleğe aşık olmuştu.
    ***
    Yazık olan duygular vardı tabi. Geçmişin hayaletleri gece yarısından sonra sizi dürtmeye başlıyordu. Sessiz bir oda bir salon dairesinde tavana bakarak aklında kalan tüm hatlarıyla Şimal’in yüzünü düşünürken içine huzur doluyordu. Bu huzuru silmek için üzerine hücum eden süvari birliği ise onu asla kazanamayacağı bir savaşa davet edercesine geçmişinden manzaraları gözünün önündeki o yüze seriyordu.
    Pınar mesela. Pınar mesele. Tam üç yıl. Harika bir tanışma. Harika bir beraberlik. ilk yılı doldurmadan başlayan kavgalar. Didişmeler. Eğer bir ilişkinin ilk senesindeysen ve kavga etmişsen sorunu çözüm basittir. Sevişin. Seks sizi tartışmadan kurtaracaktır. O kadar basit ki. Hatta size daha zevkli olacağını garanti ederim. ilk tanışma anından itibaren birinden hoşlanıyorsanız hormonlarınız tavan yapar. Aslında bir çok insan bu salgılanan hormonların toplamının aşk olduğu bilmez. Beyindeki kimyasal salınımlar hormonel değişiklik. işte aşık oldunuz bile. Ve pınar. Evet bir süre sonra tahammül sınırları darlır. Sonra da sınır dışı edilirsiniz.
    Peki Merve? Evet Merve. Tam bir kontrol manyağı. Ayakkabılarım ve çoraplarımın mükemmel uyumuna takılması, yemekte hangi sıra ile hangi tabakları kullanacağımı dayatması, kirli sepetine bile çamaşırlarımı katlayarak atmamı istemesi gibi sıradan sebepler dışında aslında iyi kadındı. … boş versene kimi kandırıyorum. Hayatımın en kötü bir yılıydı.
    Peki o?
    Hayır hayır. O yok. Hiç olmadı o.

    ***
    Hainlik. Başka bir şey değil. Erkeklerin tüm yaptıklarını özetleyecek tek kelime. Düşünsenize emek veriyorsunuz. Esirgiyorsunuz. Sakınıyorsunuz. Hatta bazen ileri gidip hizmet ediyorsunuz. Peki ne için? Sonunda elinize geçecek olan ne oluyor? Bir avuç kül? Peki o yanan kor ateşe ne oluyor? Neden terk etmişti Hakan’ı? Aldattı. Samet? Dövdü… Bülent? Evet Bülent…. Çok değişik fikirleri vardı mesela Bülent’in . sevgilisi ile ilgili planlarına arkadaşlarını da davet etmeyi teklif etmişti hatta. Neticede kadınların erkekleri terk etmeleri daha somut sebeplere dayanıyordu. Bir kadın bir erkeği sahiplendiğinde bu; bir erkeğin bir kadını sahiplenmesinden daha güçlü bir bağ oluşturuyordu.
    Peki o? O gideli uzun zaman olmuştu. Gemiye bindiğinde, o kış akşamı, ardından ağlamıştı. Sert rüzgâr gözyaşlarını uçururken arkasından el sallamaktan başka hiçbir şey yapamamıştı.
    Tabi zor olan birinden ayrılmak olmadı asla asıl zor olan birinden kopmak. Eğer bir bağ varsa aranızda ayrılsanız bile bu bağ kopmaz. Yıllar geçse de insanlar geçse de bu bağ kopmaz. Bu tabiatın bir lanetidir insanlar üzerinde. Tam unuttum derken aranızdaki bağlar bir gitar teli gibi titreşir ve kulağınıza sevdiğinizin ezgi’si gelir. işte böyle bir sevgiydi onunki de. Neticede el salladığından bu yana yedi yıl geçmişti. Mühür vurduğu kapıların ardındaki o suskun canavar hala sağ salim ilk günkü gibi bekliyordu. Yeni birini sevmek için hiç bir nedeni yoktu.
    Yatağına girdi. Bir film açtı Bir süre sonra gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Ağladığı ilk komedi filmi değildi bu. Yediği tokatlar kadın ruhunu saydam ve geçirgen bir hale getirmişti o kadar ki duygularını kontrol etmek onun için çok zor oluyordu artık. Uyku onu alalı çok olmuştu son kalan gözyaşları uykusunda terk etti gözpınarlarını...

    ***
    O asla geri dönmeyecek. O asla seni sevmedi. O seni sadece kullandı. Bir basamaktın onun için. Bir sıçrama tahtası. Bir anahtar. Giriş şifresi. Tahmin edilenin aksine bir ilişkide erkekler kendilerini daha erken kaptırır. Kadınlar daha sonraları akıntıyı yakalarlar. Tabi akıntıyı yakaladıklarında tekne çoktan kürekle karayı bulmuş olabilir. Bu yüzden asla ve asla bir daha ipleri sormadan verme. Nasılda güzel başlamıştı oysaki. Her şey hazırdı her şey tamamdı. 2 senelik muazzam gecen tutku dolu bir ilişkinin ardından o gece ilişkilerini tanrıların şahitlerin misafirlerin ve düğün görevlilerinin önünde sonunda evlilikle taçlandıracaklardı. Ne kadar yakışmıştı oysaki ona beyaz gelinlik. Üzerindeki bin bir çeşit taş değildi güzel olan, başında ışıldayan taç değildi yada bir demet çiçek gibi örülmüş kestane rengi saçları da değildi. O gelinliğin içindeki duru ten, iri mavi iki gözdü güzel olan. Sevdiği. Nihanı. Önce nikâh masasına otururken bir tereddüt sezdi. Umursamadı zira gözleri o an hiçbir şey görmüyordu. Sonra nikâh memuru sorduğunda bir hayır cevabı duydu. Güldü. Anlamadı. Nikâh memuru tekrar sordu. Tekrar hayır dedi ve devam etti "yapamayacağım yavuz. Affet." Gitti. Koşarak salonu terk etti. Tek bir akrabası bile gelmemişti nikâha. Kimse koşmadı arkasından. Yüzlerce kişinin bakışları arasında koşarak uzaklaştı ve Yavuz masada gülümseyen suratından süzülen gözyaşları ve aklında binlerce soru ile baş başaydı.
    Sonradan haberi geldi tabi. Tam iki yıl boyunca olabildiğine büyük bir tiyatro oynamıştı. Öpüşmeler sevişmeler hepsi bir oyundu. Nihan aslında başkasına deki gibi âşıktı ve intikamı yavuzun kollarındaydı. Kendini harcarken Yavuz ona yardımcı olmuştu bilmeden bilemeden. Son ana kadar beklemişti nihan, belki kalabalığın arasından biri sıyrılır ve “bu nikah kıyılamaz" der diye. Kadınların, özellikle romantik kadınların derin kuyuları vardır bu kuyularda aşkları, acıları, sevinçleri, öfkeleri ve intikam arzuları vardır. Nihan’ın kuyusu ağzına kadar intikam doluymuş meğer. Bu kuyuda boğulan da Yavuz olmuş. Tıpkı kuyuya atılan Yusuf peygamber gibi. Ümitsiz, çaresiz, korkmuş bir halde geçirdiği yıllar ona tek bir ders verdi. Asla ipleri sorgusuz verme.
    Birden telefonu çaldı. Gecenin bu saatinde? Şimal arıyordu.
    "Rahatsız etmedim umarım?"
    "Hayır hayır. Oturuyordum öyle. Bi sorun yok umarım?"
    Şimal’in sesi biraz titriyordu. "Yarın aksam ne yapıyorsun bir planın var mı?"
    "Hayır?"
    "O zaman bana yarın aksam biraz yardımcı olur musun? Ben buraları pek bilmiyorum alışveriş yapmam lazım" dedi.
    Amigdala beynin neredeyse tam merkezide bulunan –tam beyin sapının üzerinde- badem şeklindeki uzantıdır. En bilinen özelliklerinden birisi, insanların yaşadıkları durumu değerlendirip, öncesinde yaşadıkları tecrübelere göre kaçması veya savaşması hakkında uyarıda bulunmasıdır. Eğer içinde bulunduğunuz durum size geçmişte yaşadığınız kötü bir durumu hatırlatıyorsa Amigdala sizi kaçmanız için tetikleyecektir. Ki sadece birkaç dakika öncesinde bu kötü hatıraları düşünüyordu. Ancak bu nedense pek sorun olmamıştı Yavuz için. Daha da enteresanı insan beyni kendini tehlikede hissettiğinde tüm kontrolü amigdalaya devreder. Beynin acil durum merkezi. Milyon yıldır hayatta kalmamızın sebebi, evrimin armağanı. işte-ilginç olan- Yavuz’un amigdalasından beynini uyaran sinyaller bu sefer “kaç” şeklinde olmadı.
    “tabi neden olmasın”
    ***
    Nerde kalmıştı? Metronun çıkışında bekliyordu buluşma için söz verdikleri saat gelmişti. Hatta beş dakika bile geçmişti. Gelmeyecekti tabi. Neden gelsin ki? Şaşkın kız! Hem neden öyle giyinmişti? Özel bir gün değildi ki bu? Alık kız! Acaba hoşlanmış mıydı ondan? Ya diğerleri gibiyse o da? Değildi…. Hissediyordu.
    Yavuz istasyon merdivenlerinden koşarak çıkarken geç kaldığı her dakikaya lanet okuyordu içinden. Neden! Neden hep aksilikler onu bulurdu! Tamda her şey yoluna girmeye başlamıştı. Soluk soluğa merdivenlerin tepesine ulaştığında onu gördü. O kadar güzeldi ki! Sanki kutsal bir tapınağın bekçisi gibiydi… yavuz o akşam tapınağın sunağında tüm ömrünü gelmiş geçmiş tüm tanrılar önünde Şimal’e vermeye hazırdı.

    Aralarında hiçbir dialog geçmedi, sanki yıllardır birbirlerini tanıyorlar gibiydi. Yemek yedileri. Dolaştılar. Alışveriş yaptılar. Akşam giderek harika olmaya başlamıştı.
    ***
    "Hayır hayır. O kadar yukarı değil yere paralel atacaksın... " Kolunu tuttu " kolun yere tam doksan derece olduğunda topu bırakacaksın. Ortadaki kılavuz işaretleri takip et"
    Şimal, yavuzun dediği gibi yaptı. iki adim geri. Sonra yavaşça ileri, ikici adim çizgide, topu geri doğru omuz hizasına kadar kaldır ve ileri salla. Dik acıyı yakalayınca serbest bırak. Gerisi basit fizik. Tüm labutlar ayni anda devrildi. Çığlık çığlığa yavuzun boynuna sarıldı.
    " Yaptım! Yaptım!"
    Yavuz şaşırdı. duraksadı. Sonra şimal durumu fark etti. Ellerini çözdü.
    "Affedersin çok heyecanlandım" dedi.
    Sonra yavuz sarıldı.

    işte o an yirmi bin metrekarelik, yüzlerce mağazadan oluşan bu avm de sadece ikisi vardı. Şimal yavuza baktı, adından dudaklarına, ardından gözlerine ve tekrar dudaklarına, derin bir nefes aldı ve nefesini bırakarak yavuzun dudaklarına yaklaştı. Bu beklenmedik bir durumdu... Yavuz bedeni üzerindeki tüm hâkimiyetini kaybetmiş sadece şimal ’in arzularına itaat ediyordu. o kadar uzun süre öpüştüler ki sonunda bowling salonu görevlisi yanlarına gelip kibarca uyarmak zorunda kaldı. Kimin umurunda!

    -6-

    “bir duble daha?”
    “tabi. Sabaha kadar durmak yok.” Diye gülümsedi Şimal. Bardağını yavuz’a uzattı. Yavuz iki tane buz küpü koydu bardağa. Sonra yarısı bitmiş büyük rakı şişesini yavaşça bardağa doğru devirdi. Masada sadece rakı, karpuz ve beyaz peynir vardı. Peynirden bir çatal aldı Şimal. Sonra biraz karpuz. Bir yudum rakı. Su.
    “bana şarkı söyler misin?” dedi yavuz hafif çakırkeyif.
    Şimal duru sesi ile bir şarkı söylemeye başladı. Yavuz sigara paketine uzandı. Rakı bardağını tazeledi.
    Şimal ’in stajı biteli uzun zaman olmuştu. işe başlamış, Yavuz’la beraber güzel bir ekip olmuştu. Bu ekip ruhunu daha ileriye götürüp evliliğe kadar yol almışlardı. iki sene önce tam da bugün evlenmişlerdi sade bir nikâh töreniyle. Günlerden pazartesi…. Pazartesi 0 Yavuz 1.
    Dengesi yoktu hayatın. Bir yandan alırken bir yandan veriyordu. Bir yanda açtığı yaralara pansumanı başka eller yapıyordu. Adildi değildi bu evet ancak yaraların merhemi mutlaka birilerinin elindeydi. Giden kimse aldıklarını geri veremezdi ama gelen kendinden bir parçayla o boşluğu doldurabilirdi. Sükut içindeki gecede şimalin tiz sesi balkondan sokağa yayılırken, Şimal’in doldurduğu boşluğu düşündü Yavuz. Yıkık dökük bir duvarın üzerindeki beton yamalar gibi.

    https://www.youtube.com/watch?v=GcXtmEpomuw7

    --
    söykü'nün anısına
    0 ...
bu entry yorumlara kapalı.
© 2025 uludağ sözlük