psikolojik bir film, öyle ki filmin kahramını yerine koyuyorsunuz kendinizi, öyle ayarlanmış, bir şişe şaraba bir yemek kitabı değiş tokuş eden tiki kızımızın ötesinde başlıyor sahneler, memleket havasını tüm esintisiyle surrond home theatre dan odanın içinde hissederken yemyeşil manzaralar sizi alabildiğine uzağa götürmeye yetiyor, çok sonradan öğrendiğimiz annesinin mezarında su döken çocukla kahvaltı masasında karşılaşmasıda izleyicinin dikkatini ölçmüştür, dialoglar o denli az ki yusuf un arabasının el freni sesiyle oturduğunuz yerden irkilmeniz mümkün, olanca sadeliğiyle verilen hikayede bir ara çerkez düğünü ile heyecanlanıp coşmak bile mümkün hatta düğünde döktüren çerkez kızını gördükten sonra keşke daha uzun tutulsaydı dediğimiz vakidir, nejat işlersaadet ışıl aksoy o denli birbirinden uzak iken bir o kadar da aynı frekansta devam etmekteler aslında, arabasına binip hoşçakal diye giderken güzelim kızcağızın ardından, " salak böyle güzel kızı niye bırakıyosun " diye nejat işlere kızdığımızı duymuş olmalı ki yolunu değiştirip tüm gece bir kangal köpeğiyle karşılıklı ağlaşmıştır, taklit edeyim de piyasa olsun zihniyetin çok uzak, adamakıllı düzeyde güzel bir film olmuştur.
mavi yaz akşamlarında, özgür, gezeceğim,
ayaklarımın altında nemli, serin kırlar;
başakları devşirip otları ezeceğim,
yıkayıp arıtacak çıplak başımı rüzgâr.
ne bir söz, ne düşünce, yalnız bitmeyen bir düş
ve yüreğimde sevgi; büyük, sonsuz, umutlu,
çekip gideceğim, çingene gibi, başıboş
doğada, -bir kadınla birlikte gibi mutlu.