nurculuk denen sayıklama

entry15 galeri
    1.
  1. dinin bir ruh ihtiyacı olduğunu bilim kabul etmiştir. daha zekasının pek iptidaî olduğu zamanlardan beri, insanların din sahibi oldukları da bilinen gerçeklerdendir. zekanın ve bilimin yükselmesiyle dinler de yükselmiş, tek tanrılı dinlerle dinler çağı kapanmış, din uğruna yapılan korkunç savaşlar ve kırgınlıklardan sonra medeni dünyada din, fertlerin vicdanına sığınmış, bir kanaat olarak saygıdeğer bir yer kazanmıştır. artık medeni insanlar arasında din tartışması yapılmıyor. dinler hakkında avamî yazılar değil, ancak bilginlerin etüdleri yayınlanıyor. medenî insan, başkalarının dini inancına saygı gösteriyor. kimseyi propaganda ile kendi dinine çağırmıyor.

    türkiye'de bir zamandır dine karşı takınılan yanlış tutum, yemişlerini vermeye başlamıştır. mabedsiz şehir kurmakla övünen budalalar, çirkin harabelerin mabed haline getirileceğini düşünememiştir. cumhuriyetin başlarında, artık görevi ve faydası kalmamış arapçı ve arapçacı softa takımı tasviye olunurken, milletin manevi ihtiyacı düşünülerek asrî din adamları yetiştirecek özlü bir din okulu açılsaydı, bugün il ve ilçe merkezleri, doktor payesine erişmiş din adamları ile dolar, bunlar köyleri de kontrol ederek yobazlığa engel olur ve istanbul gibi şehirde çatalı ve radyoyu haram eden beyinsizler halka vaaz edemezdi.

    mabedsiz şehrin ilk yemişi ticanîlik, onun olup kurtlanmışı da nurculuk oldu.

    nurculuk nedir? gazetelerde ikide bir görülen nurcular, nur risalesi talebeleri kimdir? aralarında avamdan aydına kadar, mühendis, avukat ve doktora kadar her türlü adamın bulunduğu nurculuk, "saîd-i nursî" adında cahil bir kürdün peşine takılmış cahil bir sürü, nur risalesi talebeleri de saîd-i nursî'nin o çetrefil ve cahil kürt türkçesiyle yazdığı risaleleri atom fiziği ve einstein nazariyesi okur gibi toplanıp okuyan bir yığın zavallıdır.

    saîd-i nursî denilen adam, eskiden saîd-i kürd-î diye bir takım risaleler yayınlayan, türkçe bilmez, daha nokta ile virgülün nerede kullanılacağını bilmekten âciz, şafiî mezhebinden bir kürttür. mütareke yıllarında istanbul sokaklarında millî kürt kılığı ile dolaşarak caka yapmıştır. bu cakacı kürt kendisine "bedîüzzaman" demekte, müridleri de bu adı bir övünçmüş gibi kullanarak şeyhlerini bu adla ululamaktadır. bedîüzzaman, "zamanın harikası" demektir. kürt said cidden zamanın harikasıdır. yirminci yüzyıl gibi bir zamanda bu bilgisizliği ve iptidaîliği ile ortaya atılmakta gösterdiği pişkinlikle zamanın harikası, bundan daha fazla olarak da onbinlerce, belki yüzbinlerce türk'ü ardına takmakta gösterdiği başarıyla gerçekten zamanın bir harikasıdır.

    zamanın bu harikası, bu kürt said, aslında bir kürt milliyetçisidir. nasıl moskofçular türk milletini yıkmak için ortaya sosyal adalet ilkesiyle atılıyor, yoksulların davasını benimsemiş görünüyorlarsa, kürt said de ortaya müslümanlık ve kardeşlik çığırtkanlığı ile çıkıyor. kürtçülük davasını açıkça güdemiyeceği için, türkçülüğü yıkacak ağuları müslümanlık ve nurculuk diye ileri sürüyor. müritlerine veya kendi tabiriyle risâle-i nur şakirtlerine evlenmeyi yasak ediyor. çünkü evlenip çocuk sahibi olurlarsa, o çocukların kötü ve dinsiz olma ihtimali varmış. tabiî, dağdaki kürdün bu büyük ve ilâhî buyruktan haberi olamıyacağı için, evlenecek ve kürtler çoğalacak. herkesin sözüne inanan saf türkler ise, büyük mürşidin buyruğu ile evlenmiyecek, böylelikle türk soyu azalacak ve kürt şeyh said'in 1924'de yapamadığını, kürt molla said (yani bedîüzzaman) kırk yıl sonra yapmış olacak.

    kadını şeytanın askeri sayarak evlenmeyi yasak eden dinin, zerdüşt dini olduğunu bilmeden koyu müslümanlık adı altında bir nevi mazdeizm yaptıklarının farkında olmayan bu beyinsizler sürüsüne ne demeli? urfa'daki mezarının bir baş belası haline gelmemesi için, söylentilere göre, general mucip ataklı tarafından ortadan kaldırılmasından sonra, bu kaldırmaya inanmayarak kürt said'in oradan uçtuğuna inanacak kadar şuursuz olanlara ne denebilir? millî talihsizlik, akıl hastanesi kliniklerinde yatması gerekenlerin halk arasında dolaşmasındadır. ciddi tedbirler alınmazsa, bu dinî cinayet daha yıllarca sürecektir.

    nur risalesi (kendi tâbirleriyle risale-i nur) denilen sayıklama kitapları pek çoktur. beyni örümceklenmiş zavallılar bu sayıklamaları elle yazarak, yahut şapirografi veya taşbasmasıyla çoğaltarak onbinlerce satarlar. bunu satmak için kasaba kasaba, köy köy dolaşan nurcular vardır. bunları satarak sevaba girerler. sözde türkçe olan bu sayıklama kitapları, kürt hamalların fikir seviyesinde yazıldığı için, kimse birşey anlamaz. anlamadığı için de, onda gizli hikmetler, yüksek gerçekler olduğu kuruntusuna kapılır.

    bir zamanlar bu sayıklamalardan bana da bir tane yollamışlardı. kendimi zorlayarak okuyabildiğim bir tanesinde, kürt said radyodan bahsediyor, dünyanın bir ucundan söylenen bir sözün kutudan duyulmasını kutudaki meleklerle açıklıyordu.

    işte, aşağı tabaka ile birlikte doktor, mühendis ve avukatın da şeyhi, pirî olan, kendisinden "efendi hazretleri" diye söz ettikleri kürt said'in seviyesi budur.

    fizikten, titreşimden haberi olmayan, müsbet bilimin kıyısından dahi geçmeyen bir yobaz, radyo hakkında ancak bu kadar düşünür. fakat bilgisizliğini de anlamaktan âciz olan o kara cahil, bu katmerli bilgisizliğine bakmadan, türkler aleyhinde hüküm çıkarmaktan da geri kalmıyor. nur risalelerinin birinde, ye'cüc me'cüc denen ve dünyayı yok edecek olan korkunç yaratıkların özbek, tatar ve kırgız gibi "akvâm-ı vahşiyye" (yani vahşi kavimler) olduğunu yazmıştı. sevsinler medenî kürdü!... özbek, kırgız ve tatarlar arasında okuyup yazma nisbeti % 90'dır ve aralarında atom bilginleri de olmak üzere her bilim dalında yüzlerce bilgin ve uzman bulunmaktadır.

    kendisini nurculuğa kaptırmış olan bir avukatla geçen yıl aramda küçük bir konuşma olmuş, kürt said'de ne bulduğunu kendisinden sormuştum. "kuran'ın en güzel tefsirini yapmıştır." diye cevap vermişti. bu genç avukat eski yazıyı bilmiyor, kuran'ın şimdiye dek en büyük islâm bilginleri tarafından üç islâm dilinde yapılan tefsirlerinden habersiz bulunuyordu. bunu kendisine boşuna anlatmaya çalıştım. bir kere çileden çıkmış, aklın ve mantığın dışına uğramıştı. bir safsataya inanla uğraşmak neye yarar? bugün devlete düşen görev, bunun sebeplerini arayıp bularak tedavisine gitmektir.

    bana gör tîcânilik, nurculuk, yobazlık, komünizm ve partizanlık gibi hastalıkların sebepleri, milli ülküden yoksunluktur. tıpkı normal yemek bulamayan aç çocuğun duvarı yalaması, yerde bulduğu faydasız ve zararlı şeyleri yemesi gibi, bağlanacak büyük bir ülkü bulamayan insanlar, abur cubur düşüncelere kurtarıcı diye yapışıyorlar. çünkü insanlar bir fikre bağlanmaya mecburdur. bu istidat insanlığın mayasında vardır. bunu hiçbir kuvvet önleyemez.

    türkiye'de gerçek ülkü olan türkçülük türlü bahanelerle baltalanmasa, gerçek türkçü olan eski "milliyetçiler derneği" 1953'de kapatılmasaydı, bunlara gelişme imkanı verilseydi, bugün memlekette partiler üstünde, gayet ateşli ve şuurlu bir milliyetçi topluluk bulunacak, hükümetler güç durumlarda bunlardan yardım isteyebileceklerdi.

    türkçülük insanlara hiçbir vaitte bulunmuyor, maddi veya manevi birşey vermiyor. yalnız istiyor... fedakarlık ve feragat istiyor. nurculuk ise cennet va'dinde bulunuyor. ebedî saadet, cennette köşkler, yemekler, huriler va'dediyor.... kafası işlemeyen, hatta aslında materyalist olanlar tabiî nurculuğu seçecektir. netekim bunu kendileri de söylüyor "türkçülük mezara kadar... ondan sonra ne olacak?" diyor... tabiî ondan sonrasını kendilerine kürt said hazırlayacak.

    kürt said'in 1327 ( = 1909 ) yılında, istanbul'da vezir hanındaki ikbal-i millet matbaasında basılmış bir eseri vardır. adı: "iki mekteb-i musîbetin şahâdetnâmesi yahut divan-i harb-i örfî ve saîd-i kürd-î" dir. kendisinin saîd-i kürd-î yani kürt said) olduğunu tastik ettiği bu eserde, eserin muharriri diye de kendisini "bedîüzzaman" diye taktim etmektedir. eserin tâbii, yani editörü de "kürdîzade ahmed ramiz" dir. yani dört başı mâmur bir eser. bu 48 sayfalık eserin "hâtime" kısmı (44-48. sayfalar) kürt said'iin içyüzünü göstermesi bakımından çok ilgi çekicidir. bunun aynen alıyor ve ağdalı bir dille yazıldığı için açık türkçeye çeviriyorum: ebnâ-i cinsime burada birkaç söz söylemezsem, bence bahs nâtamam kalır. ( = soydaşlarıma burada birkaç söz söylemezsem, bence bahis eksik kalır. )

    ötüken, 7 mart 1964, sayı: 109
    Nihal atsız

    makale eksiktir makalenin tamamı için

    http://atsiz.org/makalele...ticles&articleid=1061
    17 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük