"sol yan yana gelmeli!" bu sözler halkevleri genel başkanı ilknur birol'un sol gazetesine verdiği röportajın başlığı. işte o röportaj:
"Türkiye Ergenekon olarak adlandırılan bir dava süreci yaşıyor. Son olarak iddianame de açıklandı, siz bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye'de yaşanan bu krizin egemenler arasında yaşanan bir iktidar savaşına dönüşen yönünden bahsetmek istiyorum. Bu devlet iktidarını ele geçirmek üzere kurulu açık bir çatışma biçiminde seyrediyor.
Bunun bir yanını otoriter-milliyetçi eğilimlerini sözde anti-emperyalizm ile birleştiren, "ulusalcı" olarak bilinenler oluşturuyor. Diğer yanını ise neo-liberal politikaların Türkiye'de yerleşmesini sağlayan bir kurucu meclis gibi hareket eden AKP, gericiliği sosyal programına eklemiş bir AKP, emperyalizm ile eklemlenmiş bir AKP. Saydığım bu ikinci blok, devlet aygıtı içindeki konumunu sağlamlaştırmak için çeşitli ataklarda bulunuyor. Birkaçı çeşitli kriz başlıkları ile gündeme geldi; cumhurbaşkanlığı krizi, türban ve anayasa değişikliği gibi başlıklarla 2 ya da 3 ayda bir karşılıklı atakların oluşturduğu krizli bir atmosferde ilerledik.
22 Temmuz seçimlerinden sonra bir ara durak yaşandı, bu çok önemliydi. Kuzey Irak'a yapılan operasyon, orduyla mutabakat içerisinde gerçekleştirilmişti. Ama burada önemli meselelerden biri, bunun doğrudan Amerikan destekli bir operasyon olmasıdır. Peşinden herkesin dikkatle takip ettiği, birkaç yıldır zaman zaman su yüzüne çıkan ama kapatma davasının açıklanmasından sonra hız kazanan Ergenekon Operasyonu geldi.
Ülke AKP iktidarı döneminde bütün devlet iktidarı içindeki gücünü pekiştirme yönünde yapılan atakları çok çeşitli başlıklar altında yaşadı. Ergenekon operasyonu ise Amerika'yla doğrudan bağlantılı, Türkiye'nin içine yönelik, kamuoyunu da düzenlemeyi amaçlayan bir süreç.
Bu sürecin taraflarından bahsederken ne özgürlükçülük, ne demokratlık ne de anti- emperyalistlik gibi niteliklerden söz ediyoruz. Bu odaklar yalnızca ülkeyi yönetmek için değil, aynı zamanda Ortadoğu politikalarının bir parçası olabilmek adına çatışmaktalar.
Gelinen noktada bütün bu dediklerimizi doğrular nitelikte bilgiler de ortaya çıkmış ve inkar edilemez hale gelmiştir. Ergenekon operasyonu aynı zamanda toplumun çeşitli kesimlerini de dizayn etme, yönlendirme aracı olarak kullanılmak istendi. Bundan en büyük payı sol almakta. Bir tarafın demokrat görüntüsü, diğer tarafın anti-emperyalist görüntüsü altında sunulduğu tartışmalarda özellikle solun bu sunuş biçimi üzerinden taraf olması istenmekte.
Bu süreç bir anlamda da Türkiye solu açısından son 10-15 yıldır liberalizm ile girilen ilişkinin yarattığı muğlaklık karşısında bir turnusol görevini görüyor. Bu konuda bir kırılma yaşandığını da düşünüyoruz. Tartışmalar sadeleştikçe sol-liberal eğilimlerin, sol içerisine ne kadar sirayet ettiğini ve bu kesimlerde liberalizmin her türlü sol refleksi giderek ezen, yok eden bir biçim aldığını da görmüş olduk. Bu süreçte solun, AKP'ye demokratlık atfeden, gericilik karşısında tutum almayan, emperyalizmle bir problemi olmayan bir çizgide ilerleyen sol liberallerden, solun geneline sirayet eden bu hastalıktan kurtulma olasılığının olduğunu söyleyebiliriz. Yani bu Ergenekon süreci aynı zamanda sol içerisinde de bir kırılma ya da sadeleşme yaşanmasına yol açıyor. Bu kırılmaları daha önce de yaşadık. 90'larda yaşadık. Sovyetler Birliği'nin çöküşü sonunda dünyada "elveda proletarya" sözleri dolaşırken, Türkiye'de bu süreçten nasibini almış, düzen içi bir şekilde hareket edebilecek çeşitli örgüt formları oluşmuştu.
Bugün sol açısından yaşanan kırılma, sola sirayet etmiş liberal eğilimlerden kurtularak, solu omurgası dik, ilkelerine sahip çıkan, tarihini unutmayan ve mücadelesini buna göre düzenleyebilen bir duruma getirebilir. Türkiye devrimci hareketi tarihi birikimi itibariyle bunları gerçekleştirebilecek kapasiteye sahiptir. Bu tartışmaların pratikle desteklenmesi koşuluyla, yani pratiğinin de örgütlenmesi koşuluyla solda bir yenilenmeyi, ilkelerine sahip çıkan bir ortak çizgiyi yaratabilecek bir potansiyele sahip olduğumuzu düşünmekteyiz. Ergenekon davasının sola bu şekilde yansıyabileceği çok düşünülmemiş olabilir. Krizin kurucu unsurları bunu düşünmemiş olabilir. Ancak bu koşullar altında, solda duran herkesin bu kırılma adına ilerletici bir yerden adım atması önemli bir hale gelmiştir.
Ergenekon davasıyla darbe karşıtları ve darbe yanlıları şeklinde saflaştırılmaya çalışılırken, toplumun örgütleyici gücü olan solun taraf edilemiyor olması davanın egemen erkler açısından genel aurasını da bozdu. Çünkü bu tür davalar, bu tür iktidar kapışmalarında halk kitleleri taraf edilmeye çalışılır. Bu cumhuriyet mitinglerinde başka bir yerden denendi. Daha önce çeşitli gerici kuralların topluma benimsetilmesi için yapılacak değişiklikler için yapılan gövde gösterileri diğer taraf açısından da denendi. Ergenekon sürecinde de bu denendi. Darbeye Dur De girişimi, 70 milyon adım girişimleri...
Ortak akıl hareketi?
Evet ortak akıl hareketi, bu kavgada güya darbeciler ve darbe karşıtı demokrat saflaşmasının sokağa taşınması girişimleri şeklinde adımlar attılar. Ama bu ülkede sokağın ve muhalefetin tek bir sahibi var, yani gerçek anlamda bir demokrasi talep eden güç Türkiye tarihi açısından hep soldur. Böylesi bir krizin iki taraf açısından da halkı kendi arkalarına dizmeyi dayattığını ve bunu denediklerini gördük. Burada şakülü kayan bir solun net bir fotoğrafını çekmek mümkün oldu. Çünkü sol liberal çizginin çeşitli kavramların arkasına sığınarak giriştikleri bu sokağa çıkma girişimleri ve solu sürece dahil etme girişimlerinde sola ait kavramları ne kadar sahiplendiklerini gördük. Örneğin anti-emperyalizm solun en temel ilkesi olmasına rağmen, bunu hiç dert etmeyen bir sol temsili çıktı ortaya. Gericilik karşısında kesinlikle saf tutması gereken, halkın ilerici bir damardan örgütlenmesini ilke edinmesi gereken solun, Müslüman çoğunluğun dini yönelimleri üzerinden kitlesellik arayışı içine giren bir temsilini gördük. Bunu da demokrasi kılıfı giydirerek yaptılar. Ve gerici-faşistlerle yan yana düştüler.
Darbe karşıtlığı açısından demokrasi için sokağa çıktığını söyleyen garip ittifakın demokratlığı da birkaç gün geçmeden ortaya çıktı. Çünkü yapılan bu girişimler, belki katılanların niyetinden bağımsız olarak, AKP iktidarının attığı adımları takip eden bir çizgiye yerleşti. Her ne kadar AKP'li olmadıklarını, demokrasi adına orada olduklarını söylüyor olsalar da sonuç olarak bir tarafını AKP'nin bir tarafını ulusalcıların oluşturduğu bir kavgaya dahil olmaya çalıştığınızda bir tarafın arkasına dizilmiş oluyorsunuz. Bu dizilmenin dışında kalmak, durumu deşifre etmek en ilkeli, en doğru davranıştı.
Sol bu süreçte çok yoğun bir saldırganlıkla karşı karşıya kaldı. Deniz Gezmiş, Mahir Çayan gibi tarihsel önderlerinin Ergenekon çetesine dahil edilmeye çalışılması, solun tarihinin Ergenekon zihniyetiyle bir yakınlık içersinde olduğu, solun demokrasi istemediği, solun demokrasi gibi bir derdi olmadığı gibi sözlerle saldırıya uğradı. Buna el insaf demek lazım. Cumhuriyet tarihi boyunca, 12 Mart, 12 Eylül ve ara dönemlerdeki sokağa inmiş üniformalı ya da sivil şiddetin ezdiği tek kesimdir sol. Bu herkesin bildiği bir gerçek olduğu için, yapılan bu saldırıların bir pervasızlık örneği olduğunu düşünüyorum. 12 Eylül zindanlarında, işkencehanelerinde ölmüş devrimcilere ve onlara sahip çıkan Türkiye devrimci hareketine bunları söylemek kimsenin haddi değildir. Özellikle liberallerin hadleri değildir. Demokrasi dersi vermeye kalkan liberallerin ne kadar demokrat olduğu tarih boyunca da görülmüştür.
Egemenler arası bu çekişmeden demokrasi çıkacağına inanan bazı safdiller var. Buradan söz söyleyebileceğiniz belli aralıklar çıkabilir ama asla ve asla demokrasi çıkmaz. Bunları söylediğimizde darbeye, kontrgerillaya karşı olmadığımız anlamı çıkmaz. Çünkü bütün darbeler, bütün şiddete dayalı yönetme halleri, sömürü sisteminin sürdürülebilmesini sağlayacak müdahalelerdir. Ve sömürü sisteminin kendisine karşı olan solun, sivil ya da üniformalı bir şiddet aygıtının karşısında olmaması mümkün değildir."