yakalasa sizi parçalayacak olan bir köpekten kaçıp can havliyle bir kuyuya sığınır, oradaki dallardan birine tutunursunuz. aşağıda ağzını açmış sizin düşmenizi bekleyen çok ürkütücü bir ejderha vardır. yukarıda da köpek gitmiyor, havlayıp duruyordur. bir de bakarsanız ki tutunduğunuz dalı iki ucundan ayrı ayrı kemiren farelerin olduğunu görürsünüz. bu farelerden biri siyahtır biri de beyazdır. artık sıkışıp kalmışsınızdır, çaresizsinizdir. kaçınılmaz sonu beklemeye koyulursunuz. o esnada karşıdaki dalın ucundan bal damladığını görürsünüz. bari kalan müddetim boyunca şu balı yiyeyim diye düşünürsünüz. çevredeki her şeyi unutur ya görmezden gelirsiniz. işte hayat da tıpkı böyledir. kuyudan yani dünyadan hemen kurtulmak isteyip dışarı çıkarsanız köpek sizi parçalar ve 'intihar' etmiş olursunuz. bu dayanılmaz acıya ve bekleyişe katlanmaktansa saygı duyulması gereken bir tercihtir. tutunduğunuz dalı kemiren siyah ve beyaz fareler; gece ve gündüzdür. yaladığınız bal ise; kocaman bir yalanın içerisinde olduğunuzu, gündelik hayata dalıp gittiğinizi anlatır. bu basbaya kendini kandırmak da olsa mutlu olmak için gereklidir. çok düşünen insanlar ne yazık ki mutlu olamazlar. her şeyin farkındalardır çünkü. ''ben bu ahval içerisindeyken nasıl yapabilirim? nasıl olur da aşağıdaki ejderhayı dışarıdaki köpeği dalımı kemiren fareleri görmeden o balı yalayıp kendimi avutabilirim?'' derler. sanırım ben de bu insanların içerisindeyim. içerisinde bulunduğumuz aptal oyunu görerek bunu sürdürmenin acılı ve mantıksız olduğunu düşünenlerdenim. gel gör ki ne tutunduğum dalı bırakabiliyorum ne de kuyudan dışarı çıkabiliyorum.