harrenhall'dan kings landing'e yol alirken gordugu ruyayla kafa karistiran karakter. foreshadowing düşkünlüğüyle ışık saçan kılıçlara yer veren martin "lan acaba?" dedirtti bir doz.
...yankılı karanlığın ortasında basamaklar aniden bitti. jaime önündeki uçsuz bucaksız boşluğu sezdi, irkilerek durdu, hiçliğin kenarında sendeliyordu. bir mızrak ucu jaime’nin beline battı ve onu uçuruma itti. jaime bağırdı ama düşüş kısaydı. ellerinin ve dizlerinin üstüne indi, yumuşak kumdan ve sığ sudan ibaret bir zemindeydi. casterly kayası’nın altında sulak mağaralar vardı ama burası jaime’ye yabancıydı. “bu yer de ne?”
“senin yerin.” ses yankılandı; yüzlerce sesti, binlerce ses, akıllı lann’den bu yana günlerin şafağında yaşayan bütün lannisterlar’ın sesi. ama en çok babasının sesiydi ve lord tywin’in yanında jaime’nin kız kardeşi duruyordu, solgun ve güzel, elinde bir meşale vardı. joffrey de oradaydı, birlikte hayat verdikleri oğul. ve onların arkasında, bir düzine altın saçlı karanlık suret daha.
“kardeşim, babamız neden buraya getirdi bizi?”
“biz? burası senin yerin kardeşim. bu senin karanlığın.” mağaradaki tek ışık cersei’nin meşalesiydi. cersei’nin meşalesi bütün dünyadaki tek ışıktı. cersei gitmek için döndü.
“benimle kal,” diye yalvardı jaime. “beni burada tek başıma bırakma.” ama gidiyorlardı. “beni karanlıkta bırakmayın!” burada korkunç bir şey yaşıyordu. “en azından bir kılıç verin bana.”
“sana bir kılıç verdim,” dedi lord tywin.
kılıç, jaime’nin ayağının dibindeydi. jaime, kılıcın kabzasını kavrayana dek eliyle suyun altını aradı. bir kılıcım olduğu sürece hiçbir şey beni incitemez. jaime çeliği havaya kaldırırken, kılıcın ucunda solgun bir alev belirdi, kılıcın kenarı boyunca yürüdü ve kabzadan bir karış uzakta durdu. çeliğin rengini alan ateş, gümüşi mavi bir ışıkla yandı ve karanlık geri çekildi. jaime, karanlığın içinden gelebilecek şeylere karşı hazır bir halde yere çömeldi, etrafı dinleyerek bir çemberin içinde hareket etti. çizmeleri diz yüksekliğindeki soğuk suyla doldu. suya dikkat et dedi jaime kendine. suda yaşayan yaratıklar olabilir, gizli derinlikler...
arkadan şiddetli bir su sesi geldi. jaime sese doğru döndü... ama solgun ışık sadece tarthlı brienne’i ortaya çıkardı, kızın elleri ağır zincirlerle bağlanmıştı. “seni güvende tutacağıma dair yemin ettim,” dedi fahişe inatla. “bir ant içtim.” kız çıplaktı, ellerini jaime’ye doğru kaldırdı. “lütfen sör. yalvarırım.”
çelik halkalar ipek gibi ayrıldı. “bir kılıç,” diye yalvardı brienne ve işte oradaydı, kın, kemer, her şey. brienne, kemeri kalın beline bağladı. ışık o kadar loştu ki, aralarında sadece birkaç adım mesafe olmasına rağmen jaime kızı zar zor görüyordu. bu ışıkta güzel bile olabilir, diye düşündü. bu ışıkta bir şövalye bile olabilir. brienne’in kılıcı da alev aldı, gümüşi mavi parladı. karanlık biraz daha geriledi.
cersei’nin, “alevler sen yaşadığın sürece yanacak,” dediğini duydu jaime. “onlar öldüğünde sen de ölmelisin.”
“kardeşim!” diye bağırdı jaime. “benimle kal. kal!” uzaklaşan adımların yumuşak sesinden başka bir cevap gelmedi.