hrant dink

entry990 galeri video16
    252.
  1. Zaptiyenin ortbas musambasiyla degil Agos gazetesiyle sarsinlar cenazemi (yazimda bazi problemler olabildiginden bkz. http://www.karakutu.com/News3287/ )

    acinin icinde ve aciya bitamamiye ortak olabilmek o ve ailesiyle birlikte.. bunun duzyazi anlatamaz diye dusunuyorum.. cunku duz yazilar genelde kelimelerin ve cumlelerinden toplamindan biraz fazla olabilir... duygulari izah etmek anlatmak, hakkalyakin yasamak ancak siirle mumkun.. bu nedenle Hrant Dink in vefatindan sonra Agos ta da yayinlanmis, kaynanayan ve tasan duygulari ve bunlarin icindeki dinginligi en iyi siirlestirenlerden biri olduguna inandigim Cahit Koytak in bir siirini buraya yazmak istiyorum.

    /////////////////////////////

    Sevgili eşine yazdığı o, yürekleri dağlayan mektubuyla bu şiire esin veren Rakel Dink Hanımefendi’ye…

    seni tanımıyordum, Hrant,
    yeterince tanımıyordum, evet,
    fakat gördükten sonra o gün
    küskün bir çocuk gibi orada,
    kaldırımda,
    yüzükoyun uzanmış, öyle büyük,
    destansı,
    öylesine tıpatıp kendine, özgürlüğe,
    hak edilmiş onura benzeyen bir
    erinçle
    uyurkenki resmini,

    hani, yalnız kendine değil, hayır,
    ölecekse, ölümü, iyi, güzel ve doğru
    bir şeyler uğruna olsun isteyecek
    herkese,
    yani her ölümlüye benzeyen
    güzellikte…
    ve kuşkusuz, en çok da, mahallenin
    bıçkınlarıyla, efeleriyle
    baş edemediği için
    hırsından gizli gizli ağlayan,
    kendi yüreğini kemiren,
    gün günden budandığını,
    yontulduğunu
    ve lokma lokma yutulduğunu
    hisseden
    mahallenin sessiz çocuklarına
    güç veren dirilikte uyurkenki resmini
    gördükten sonra o gün,

    artık diyorum ki, kendime:
    vursalardı beni de, Hrant gibi,
    ben şahsen, zaptiyenin
    örtbas muşambasıyla değil, hayır,
    Agos gazetesiyle
    örtsünler isterdim cesedimi;

    Agos gazetesiyle örtsünler, ne fark
    eder,
    yalnızca, senin gibi, perçemim,
    potinlerim,
    bir de - biraz iş çıksın diye
    yoksul şairciklere,
    çömez muhabirlere -
    benim de potinlerimdeki
    iki romanesk delik
    görünecek biçimde…

    ki, böylece, resmin geri kalan kısmını
    güvercinler doldursun!
    senin o, isa Peygamber’inkini andıran
    yakışıklı alnını
    kanatıncaya kadar duvara vura vura
    sonunda kalbimizde açmayı
    başardığın
    mucizevi gedikten
    gökyüzüne saçılan güvercinler...

    hani şu, sen susunca, senin o
    koskocaman,
    o, Tanrının eliyle okşanmışçasına
    sıcak
    olduğu anlaşılan yüreğinin sesini,
    ‘sessizliğin sesi’ni, sonsuzluğun sesini
    açıkça işitilir kılan,
    daha gür, daha beyaz,
    daha cesur kanat vuruşlarıyla
    gökleri çatırdatan
    ‘tedirgin güvercinler’...

    seni tanımıyordum, fazlaca
    tanımıyordum, fakat
    vursalardı beni de, Hrant Dink,
    senin gibi,
    her şeyi göze alıp, cenaze namazımı
    Tanrı’nın ‘Meryem Ana’ evinde
    o evin avlusunda
    kılsınlar isterdim, ‘bizimkiler’!
    kılsınlar, ne fark eder?
    kılsınlar ki, böylece, Tanrı’yı
    bir mülk gibi
    çitlerle çevirmeye kalkışan ferisiler
    bütün mülklerin, mabetlerin
    O’na ait olduğunu bilsinler!

    seni tanımıyordum evet,
    tanımıyordum, fakat
    seni, öyle haksız, öyle mızıkçılıkla
    oyundan çıkarılmış bir çocuk
    gibi gördükten sonra, dostum,
    büyük kalkış gününde
    aynı oyuna çağırılan iki kafadar gibi
    kalkıp da koşabilmek için
    sana komşu mezardan,
    belki daha cesur, daha kanatlı şeyler,
    delice mizansenler hayal etmeli
    ve diyebilmeliyim ki,

    vursalardı beni de, senin gibi,
    bu yaşlı şakağımdan,
    benim de, o güvey uykusunun
    tadından,
    o gençlik, güzellik uykusunun
    tadından
    adını, kimliğini unutan cesedimi
    bir ‘karambol’ eseri
    Balıklı Mezarlığı’na defnetsinler
    isterdim;
    üstümü de, meselâ, Lavtacı
    Nazaret’in,
    Hamparsum’un, Nikolaki Ağa’nın
    iyi cins bir vatan toprağı gibi demli
    ve bir rast semai gibi ağır, kederli
    ‘ermeni’ toprağıyla örtsünler!
    evet, evet örtsünler, ne fark eder?

    örtsünler ki, böylece, efeliğin şanını,
    kanın ve kanla karılmış gücün
    verdiği sarhoşluğu burada
    kurtlara, çakallara, şahinlere bırakıp
    büyük göç katarına katılmasını bilen,
    yani senin gibi, Hrant Dink,
    şakaklarında ve potinlerinde delik,
    ama boyunlarında
    ne haç, ne ay yıldız,
    ne süleymanın mührü,
    simurgunu arayan bütün kanatlıların,
    bütün ‘tedirgin’ sakaların,
    bülbüllerin, çayırkuşlarının
    ve güvercinlerin
    orada, ‘eskilerin’ sözüyle,
    ‘sınıfsız ve devletsiz’,
    çitsiz ve çepersiz çayırlarında,
    ebediyetin,
    kendi soylarına soplarına boş verip,
    sabah akşam yalnızca
    Tanrının adını yücelttiklerini
    öğrensin zeolotlar!

    ve simurgun gökçe diriliğini,
    gökçe doğurganlığını,
    ölülere yaşama, taşlara kanatlanma
    tadını veren bir neşide olarak
    eklediklerini
    sabah akşam ötüşlerine…

    CAHiT KOYTAK, 26 Ocak 2007
    “YOKSULLARIN VE ŞAiRLERiN KiTABI’

    Agos
    Hrant'ın Ardından Sayi:567-09 Şubat 2007
    0 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük