yanlış bir beklentiyle izlemeye koyulduğum, hayatımda izlediğim en az diyaloğa sahip, en durağan fakat bir o kadar da etkileyici bela tarr filmi.
sanıyorum ki bu film nietzsche'nin hayatını anlatıyor, at ile yaşadıklarını, atın boynuna sarılarak ağlayışını, hastaneye kapatılışını, hastanede yaşadıkları şeyleri izleyeceğim diye düşünüyorum filmi izlemeden önce. tabi filmi izlemeye koyulduktan sonra çok geçmeden anlıyorum, aslında çok yanlış geldiğimi. fakat izlemeyi bırakmıyorum, filmde nietzsche'nin bedeni yer almıyorsa da düşünceleri yer alıyor neticede. filmin sonunda ise, büyük bir boşluk hissi.
filmin her karesi harikulade bir fotoğraf niteliğinde sanki. öylesine etkileyici. filmin müziği desen, o da öyle. kasveti, buhranı iliklerine dek hissettiriyor.
nihilizme doğru bir yöneliş. dinmeyen bir fırtına, kuyudaki suyun çekilmesi, gaz lambasının artık yanmaması, sobadaki közün sönmesi, gün geçtikçe yenilen yemek miktarının azalması, gün geçtikçe günlerin daha az yaşanması. atın artık hareket etmemeye, önüne koyulan yemeği yememeye başlaması.
şarap almak için gelen adamın uzunca konuştuğu bölümde, o adamın sanki nietzsche konuşuyormuş etkisi yaratması. kurulan onca cümleden sonra karşısındaki adamın kayıtsızlığı.
aynı zamanda filmde yer alan zıtlıkların birliği. müthiş ayrıntılar.