büyük taarruz

entry72 galeri video1
    34.
  1. Nazım Hikmet'in kuvayı milliye destanında arhaveli ismail'in hikayesiyle beraber en güzel kısmı. Bir cephe tüm unsurlarıyla bundan daha iyi tasvir edilemezdi.

    26 AĞUSTOS GECESiNDE SAATLER
    iKi OTUZDAN BEŞ OTUZA KADAR
    VE
    iZMiR RIHTIMINDAN AKDENiZ'E BAKAN NEFEr

    Saat

    2.30.

    Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır,
    ne ağaç, ne kuş sesi,
    ne toprak kokusu vardır. Gündüz güneşin,
    gece yıldızların altında kayalardır.
    Ve şimdi gece olduğu için ve dünya karanlıkta daha bizim,
    daha yakın, daha küçük kaldığı için ve bu vakitlerde topraktan
    ve yürekten evimize, aşkımıza ve kendimize dair sesler geldiği için
    kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi
    okşayarak gülümseyen bıyığını seyrediyordu Kocatepe'den
    dünyanın en yıldızlı karanlığını.Düşman üç saatlik yerdedir ve Hıdırlık tepesi olmasa
    Afyonkarahisar şehrinin ışıklan gözükecek.
    Kuzeydoğuda Güzelim dağları ve dağlarda tek tek ateşler yanıyor.Ovada Akarçay bir pırıltı halinde ve şayak kalpaklı nöbetçinin hayalinde
    şimdi yalnız suların yaptığı bir yolculuk var:
    Akarçay belki bir akar su, belki bir ırmak, belki küçücük bir nehirdir
    Akarçay Dereboğazı’ında değirmenlieri çevirip ve kılçıksız yılan balıklarıyla Yedişehitler kayasının gölgesine girip çıkar.
    Ve kocaman çiçekten eflatun kırmızı beyaz ve sapları bir,
    bir buçuk adam boyundaki haşhaşların arasından akar. Ve Afyon önünde Altıgözler köprüsünün altından
    gündoğuya dönerek ve Konya tren hattına rastlayıp
    yolda Büyükçobanlar köyünü solda ve Kızılkilise'yi sağda bırakıp, gider.Düşündü birdenbire kayalardaki adam kaynakları ve
    yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri.Kim bilir onlar ne kadar büyük, ne kadar uzundular?
    Birçoğunun adını bilmiyordu, yalnız, Yunan'dan önce
    ve Seferberlik'ten evvel Selimşahlar çiftliğinde ırgatlık ederken
    Manisa'da geçerdi Gediz'in sularını başı dönerek. Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.
    Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki şayak kalpaklı adam
    nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere inanıyordu
    ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
    birdenbire beş adım sağında onu gördü.Paşalar onun arkasındaydılar.

    O, saati sordu

    Paşalar: 'Üç', dediler.
    Sarışın bir kurda benziyordu
    Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
    Yürüdü uçurumun başına kadar,
    eğildi, durdu.
    Bıraksalar
    ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
    ve karanlıkla akan bir yıldız gibi kayarak
    Kocatepe'den Afyon ovasına atlayacaktı.

    Saat 3.30.

    Halimur - Ayvalı hattı üzerinde manga mevziindedir.izmirli Ali Onbaşı (Kendisi tornacıdır) karanlıkta göz yordamıyla
    sanki onları bir daha görmeyecekmiş gibi
    baktı manga efradına birer birer:
    Sağda birinci nefer sarışındı, ikinci esmer.
    Üçüncü kekemeydi fakat bölükte yoktu onun üstüne şarkı söyleyen. Dördüncünün yine mutlak bulamaç istiyordu canı.
    Beşinci, vuracaktı amcasını vuranı tezkere alıp Urfa'ya girdiği akşam.
    Altıncı, inanılmayacak kadar büyük ayaklı bir adam,
    memlekette toprağını ve tek öküzünü
    ihtiyar bir muhacir karısına bıraktığı için kardeşleri onu
    mahkemeye verdiler ve bölükte arkadaşlarının yerine nöbete kalktığı için
    ona 'Deli Erzurumlu' derdiler. Yedinci Mehmet oğlu Osman'dı.
    Çanakkale'de, inönü'nde, Sakarya'da yaralandı
    ve gözünü kırpmadan daha bir hayli yara alabilir,
    yine de dimdik ayakta kalabilir.
    Sekizinci ibrahim korkmayacaktı bu kadar
    bembeyaz dişleri böyle tıkırdayıp birbirine böyle vurmasalar.
    Ve izmirli Ali Onbaşı biliyordu ki:
    tavşan korktuğu için kaçmaz kaçtığı için korkar.

    Saat: 4

    Ağzıkara-Söğütlüdere mıntıkası.On ikinci Piyade Fırkası.
    Gözler karanlıkta, uzakta.
    Eller yakında, mekanizmalar Üzerinde.
    Herkes yerli yerinde.
    Tabur imamı, mevzideki biricik silahsız adam: ölülerin adamı,
    kırık bir söğüt dalı dikerek kıbleye doğru, durdu boyun büküp
    el kavuşturup sabah namazına, içi rahattır.
    Cennet, ebedî bir istirahattır. Ve yenilseler de, yenseler de âdâyı,
    meydânı gazadan o kendi elleriyle verecektir
    Cenabı rabbülâlemîne şühedâyı.

    Saat: 4.45.

    Sandıklı civarı.Köyler.Sarkık, siyah bıyıklı süvari,
    çınar dibinde, beygirinin yanında duruyordu.Çukurova beygiri kuyruğunu karanlığa vuruyordu:
    dizkapaklarında kan, kantarmasında köpük...ikinci Süvari Fırkası'ndan Dördüncü Bölük,
    atları, kılıçları ve insanlarıyla havayı kokluyor.
    Geride, köylerde bir horoz öttü. Ve sarkık, siyah bıyıklı süvari
    ellerinin tersiyle yüzünü örttü. Karşı dağlar ardında,
    düşman elinde kalan bir başka horoz vardır:
    Baltaibik, sütbeyaz bir Denizli horozu.
    Düşmanlar her hal onu çoktan kesip çorbasını yapmışlardır.

    Saat beşe on var.

    Kırk dakka sonra şafak sökecek.
    'Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak'
    Tınaztepe'ye karşı Kömürtepe güneyinde.
    On beşinci Piyade Fırkası'ndan iki ihtiyat zabiti ve onların genci,
    uzunu, Darülmuallimin mezunu Nureddin Eşfak,
    mavzer tabancasının emniyetiyle oynıyarak konuşuyor:— Bizim istiklâl Marşı'nda aksıyan bir taraf var,
    bilmem ki, nasıl anlatsam, Akif, inanmış adam,
    fakat onun, ben, inandıklarının hepsine inanmıyorum.
    Meselâ, bakın 'Gelecektir sana vadettiği günler Hakkın.
    'Hayır, gelecek günler için gökten âyet inmedi bize.
    Onu biz, kendimiz vadettik kendimize.
    Bir şarkı istiyorum zaferden sonrasına dair.
    'Kim bilir belki yarın...

    Saat beşe beş var.

    Dağlar aydınlanıyor.
    Bir yerlerde bir şeyler yanıyor.
    Gün ağardı ağaracak.
    Kokusu tütmeğe başladı:
    Anadolu toprağı uyanıyor.
    Ve bu anda, kalbi bir şahan gibi göklere salıp
    ve pırıltılar görüp ve çok uzak
    çok uzak bir yerlere çağıran sesler duyarak
    bir müthiş ve mukaddes macerada, ön safta, en ön sırada,
    şahlanıp ölesi geliyordu insanın.
    Topçu evvel mülâzimi Hasan'ın yaşı yirmi birdi.
    Kumral başını gökyüzüne çevirdi, kalktı ayağa.
    Baktı, yıldızları ağaran muazzam karanlığa.
    Şimdi bir hamlede o kadar büyük.
    Öyle şöhretli işler yapmak istiyordu ki bütün ömrünü
    ve hâtırasını ve yedi buçukluk bataryasını
    ağlanacak kadar küçük buluyordu.Yüzbaşı sordu:

    — Saat kaç? — Beş.

    — Yarım saat sonra demek...98956 tüfek ve şoför Ahmet'in üç numrolu kamyonetinden
    yedi buçukluk şnayderlere, on beşlik obüslere kadar,
    bütün aletleriyle ve vatan uğrunda, yani, toprak ve hürriyet için
    ölebilmek kabiliyetleriyle Birinci ve ikinci Ordu'lar baskına hazırdılar.Alaca karanlıkta, bir çınar dibinde, beygirinin yanında duran sarkık,
    siyah bıyıklı süvari kısa çizmeleriyle atladı atına.
    Nureddin Eşfak baktı saatına:

    — Beş otuz...

    Ve başladı topçu ateşiyle
    ve fecirle birlikte büyük taarruz...Sonra.
    Sonra, düşmanın müstahkem cepheleri düştü.
    Bunlar:
    Karahisar güneyinde 50
    ve doğusunda 20-30 kilometredeydiler.Sonra.
    Sonra, düşman ordusu kuvâyi külliyesini ihata ettik Aslıhanlar civarında 30 Ağustosa kadar.Sonra.
    Sonra, 30 Ağustosta düşman kuvâyi külliyesi imha ve esir olundu.Esirler arasında General Trikopis: alaturka sopa yemiş bir temiz ve sırmaları kopuk firenk uşağı...Yaralı bir düşman ölüsüne takıldı Nureddin Eşfak'ın ayağı.
    Nureddin dedi ki:
    'Teselyalı Çoban Mihail,' Nureddin dedi ki:
    'Seni biz değil, buraya gönderenler öldürdü seni...'Sonra.
    Sonra, 31 Ağustos günü ordularımız izmir'e doğru yürürken
    serseri bir kurşunla vurulan Deli Erzurumluydu.
    Devrildi. Kürek kemikleri altında toprağı duydu.
    Baktı yukarı, baktı karşıya. Gözleri hayretle yandılar:
    önünde, sırtüstü, yan yana yatan postalları
    her seferkinden kocamandılar.
    Ve bu postallar daha bir hayli zaman
    üzerlerinden atlayıp geçen arkadaşların arkasından
    seyredip güneşli gökyüzünü ihtiyar bir muhacir karısını düşündüler. Sonra.
    Sonra, sarsılıp ayrıldılar birbirlerinden ve Deli Erzurumlu ölürken
    kederinden yüzlerini toprağa döndüler.Solda, ilerdeydi Ali Onbaşı,
    Kan içindeydi yüzü gözü.
    Bir süvari takımı geçti yanından dörtnala.
    Kaçanı kovalamıyordu yalnız ulaşmak da istiyordu bir yerlere
    ve sadece kahretmiyor yaratıyordu da.
    Ve kılıçların, nalların, ellerin ve gözlerin pırıltısı
    ardarda çakan aydınlık bir bütündü.Ali Onbaşı bir şimşek hızıyla düşündü ve şu türküyü duydu:
    'Dörtnala gelip uzak Asya'dan Akdeniz'e
    bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim.Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
    ve ipek bir halıya benziyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim.Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
    yok edin insanın insana kulluğunu, bu davet bizim.Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
    Ve bir orman gibi kardeşçesine bu hasret bizim...'

    Sonra.

    Sonra, 9 Eylülde izmir’e girdik ve Kayserili bir nefer
    yanan şehrin kızıltısı içinde gelip öfkeden, sevinçten,
    Ümitten ağlıya ağlıya,
    Güneyden Kuzeye,
    Doğudan Batıya,
    Türk halkıyla beraber seyretti izmir rıhtımından Akdeniz'i.Ve biz de burda bitirdik destanımızı.
    Biliyoruz ki lâyığınca olmadı bu kitap,
    Türk halkı bağışlasın bizi,
    onlar ki toprakta karınca,
    suda balık, havada kuş kadar çokturlar,
    korkak, cesur, câhil, hakîm ve çocukturlar
    ve kahreden yaratan ki onlardır,
    kitabımızda yalnız onların maceraları vardır...
    2 ...