kuran da olmayan 200 hurafe

entry40 galeri
    9.
  1. O halde mezhepsizler, kendi mezhepsizliklerini doğru gösterebilmek için şu iki şeyden birini yapmak zorundadır;

    1. icmanın delil olmadığını ispat etmeleri gerekir. Zira ispat edemezlerse, icmayı şer’î bir delil olarak kabul etmek zorunda kalırlar. Bir mezhebe bağlanmak hakkında da islam âlimlerinin icması olduğunu göre, icmayı kabul etmek, aynı zamanda; bir mezhebe bağlanmayı kabul etmek demektir. Bu da, mezhepsizliğin icmaya muhalefet olduğundan dolayı caiz olmadığı neticesini verir.

    Bunu yapmaları, yani icmanın şer’î bir delil olduğunu inkâr etmeleri ise mümkün değildir. Zira tefsirini yaptığımız ayetin, Kur’an’da icmanın delil olduğunu bildiren diğer ayetlerin ve bu konudaki hadislerin delaletiyle, icmaya uymak vaciptir ve kimse ayet ve hadislerin beyanını çürütemez.

    2. icmanın delil olduğunu çürütemezlerse ki, çürütemezler, o halde mezhepsizliğin hakkında da bir icmanın olduğunu göstermek zorundadırlar. Zira bunu da yapamazlarsa, icmaya muhalefet ettiklerini kabul etmek zorunda kalacaklardır.

    Bunu yapmaları da mümkün değildir. Zira on dört asır boyunca islam âlimleri ve Ehl-i sünnet uleması, mezhepsizliğin haram olduğu konusunda ittifak ederek büyük bir icmayı oluşturmuştur.

    O halde mezhepsizliğin ve mezhepsizlerin yolu kapanmıştır. Kim bu ayetin beyanını işitir, icmanın vacip olduğunu öğrenir ve icmadan kendi görüşüne delil getiremeyerek, bile bile icmaya muhalefet ederse, işte onlar ayetteki tehdide muhataptırlar ve mezhepsizler bu tehdidin birinci safta muhataplarıdırlar.

    BEŞiNCi AYET

    كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّهِ

    “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. iyiliği emreder, kötülükten nehyedersiniz ve Allah'a inanırsınız.” (Al-i imran, 3/110)

    Bu ayet-i celile, bu ümmetin bir vasfı olan; “iyiliği emretmesi ve kötülüğü nehyetmesi”ni beyanla, mezhepsizliğin haram ve bir mezhebe bağlanmanın vacip olduğunu ispat etmektedir. Şöyle ki:

    · Madem bu ümmet ve bu ümmetin âlimleri, Allah tarafından, iyiliği emretmek ve kötülüğü nehyetmekle vasfedilmiştir. O halde, ittifakla emrettikleri şeyin; iyilik, ve nehyettikleri şeyin de; kötülük olması gerekmektedir. Aksi olamaz. Yani iyiliği men edip, kötülüğü emredemezler. Zira bu, Kur’an’ın mezkûr beyanına muhalif olur ki, bu mümkün değildir.

    · Ve madem bu ümmetin âlimlerinin emrettiği şey; hayır, ve nehyettiği şey; kötüdür, o halde, elbette mezhepsizlik haram ve bir mezhebe bağlanmak vacip olmalıdır. Zira bu ümmetin âlimleri on dört asır boyunca mezhepsizliğin kötü bir şey olduğunu söyleyerek, mezhepsizliği nehyetmiş ve bir mezhebe bağlanmayı emretmiştir. Şimdi bu beyanlardan bir kaçını nakledelim:

    imam Gazali (ra):

    “Müctehid olmayanın, bir mezhep imamına tabi olması gerekmektedir. Mukallidin, yani Kur’an’dan ve hadislerden hüküm çıkarma gücü olmayanların, taklit ettiği ve uyduğu mezheb imamının sözü dışına çıkması caiz değildir. Çıkar diyen kimse de yoktur. Her yönden ona uyması gerekmektedir. Uyduğu mezhep imamına muhalefeti çirkin bir harekettir ve bu muhalefeti sebebiyle günahkârdır.” (ihya, Dokuzuncu Kitab, ikinci Bab, Emir ve Nehyin Şartları, II/803)

    “Bu asırda yaşayanlar içinde müctehid yoktur. Müctehid olmayanlar da, kendilerine sorulan meseleye, ancak bağlı bulundukları mezheb imamından naklederek cevap verirler. Mezhep imamının ictihadını terk etmesi caiz değildir.”(ihya, Birinci Kitab, Dördüncü Bab, Hilaf ilmi ve Münazaranın Afetleri, I/113)

    Ahmed bin Muhammed Tahtavi Hazretleri:

    “Fıkıh âlimlerinden bir karış ayrılan dalalete düşer. Kurtuluş yolu; Ehl-i sünnet ve’l-cemâat denilen dört mezhebde toplanmıştır. Bu dört mezheb; Hanefi, Maliki, Şafiî ve Hanbelî’dir. Bu zamanda bu dört hak mezhebden birine tabi olmayan, ehl-i bid’a olup, cehenneme gider.”

    Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri:

    “Hakikat namazında kıblen dört mezheb olsun.”

    Abdülgani Nablüsi Hazretleri:

    “Bugün dört mezhebden başkasına uymak caiz değildir.”

    imam Rabbanî Hazretleri:

    “Mezhebden ayrılmak ve mezhepsiz olmak ilhad, yani küfürdür. Dört mezhepten birini terk eden, boynundan islam ipini çıkarmıştır.”

    ibni Melek:

    “Şimdi yeryüzünde yaşayan bütün Müslümanlar, mukallittir. Yani taklit ehli olup, bir mezhebe bağlanması gerekmektedir. Bir mukallid, ne kadar âlim olursa olsun, ictihadda bulunamaz. Ancak müctehidlerin bildirdikleri hükümleri naklederler.”

    ibn-i Abidin ve Şevâhidü’l-Hak Hazretleri şöyle buyuruyor:

    “islâm âlimleri, sözbirliği ile bildiriyorlar ki; hicretin dördüncü asrından sonra, tek başına ictihad yapabilecek âlim dünyaya gelmedi. Şimdi bütün Müslümanların, bilinen dört mezhebden birine uymaları lâzımdır. Çünkü şimdi, Kur’ân-ı Kerim’i ve hadis-i şeriflerin tamamını anlayıp, bunlardan ahkâm çıkarabilecek ilim sahibi yoktur. Zaten bir mezhebe uyulursa, Kur’ân-ı Kerim’e ve Resulullah (asm)’ın sünnetine uyulmuş olur.”

    Celâleddîn Süyûtî gibi büyük bir âlim, müctehid olduğunu söyleyince, zamanındaki âlimler, Suyûtî Hazretlerine bir soru sordular ve ona;

    “Önceki âlimler bu mesele hakkında iki farklı cevap vermişlerdir. ictihadın en aşağı derecesinde olan, bunlardan birini seçebilir. Sen müctehid isen, bunlardan birini seçip bize haber ver.”

    dediler. Suyûtî Hazretleri, Allah’tan korktuğu için, isabet edememe endişesinden dolayı birini seçmeğe cesaret edemedi.

    ibni Hacer Hazretleri bu olay üzerine der ki:

    “En aşağı derecedeki ictihâd olan, iki haberden birini tercih etme işi böyle güç olunca, mutlak müctehid olmanın imkânsızlığını anlaşılmalıdır.”

    Şeyhü’l-islâm Zekeriyyâ buyurdu ki:

    “Mezhep imamları, kapalı olarak bildirilen hadis ve ayetleri izah edip açıklamasalardı, bunların hiçbirimiz anlayama ya da yanlış anlardık.”

    Büyük âlim Muhammed Hadimi Hazretleri “Berika” kitabında buyuruyor ki:

    “Şer’î delillerin; kitap, sünnet, icma ve kıyas olarak dört olması, ictihad mertebesindeki müctehid âlimler içindir. Mukallidler, yani müctehid olmayanlar için delil ve senet; bulunduğu mezhebin hükmüdür ve mezhep imamının görüşüdür. Çünkü mukallidler, ayet ve hadisten hüküm çıkaramaz. Bunun için bir mezhebin bir hükmü, ayet ve hadislere uymuyor gibi görünse de, yine o mezhebe uymak gerekir. Çünkü ayet ve hadisler tevili gerekebilir, neshedilmiş ve hükmü kalkmış olabilir. Bunu da ancak müctehid âlimler anlar.”

    imam Şafi Hazretleri:

    “imamAzam Ebu Hanife’nin görüş ve ictihadını beğenmeyene, Allah Teâlâ lânet etsin! Çünkü bütün müctehidler, imamAzam Ebu Hanife’nin çocukları hükmündedir.”

    Taceddin Sübki Hazretleri buyuruyor ki:

    “Peygamberlerin varisi olan mezheb imamlarına karşı edepli olmalıdır. Din imamlarına dil uzatan, felakete gider. Onların her sözü bir delile dayanır.”

    Abdülgani Nablüsi Hazretleri:

    “Bugün dört mezhebden başkasına uymak, icmadan ayrılmak olur ki, bu caiz değildir.”

    imam Gazali Hazretleri, bir ara müstakil bir mezhep kurmak istediği, ancak kendisine rüyada ikaz edildiği için bundan derhal vazgeçtiği sahih kaynaklarda nakledilmektedir. Evet, imam Gazali gibi bir Hüccetü’l-islam, mezhep kuramamış ve fıkhî hükümlerde imam Şafi’yi taklit etmiştir. Acaba zamanımızın mezhepsizleri, imam Gazali’den daha mı âlimdir? Ya da ondan daha mı yeteneklidir? Belki de aradaki fark; Bunların, imam Gazali kadar Allah’tan korkmamaları ve isabet edememe endişesini taşımamalarıdır.

    Yine islam hukukunda söz sahibi olan ve “Sadrü’ş-Şeria” yani “Şeriatın Kalbi” unvanıyla meşhur olan, Abdullah ibni Mesud-ül Mahbubi Hazretleri de beşinci bir mezhep kurmak istedi. Bunun üzerine rüyasında, Cebrail aleyhisselamı gördü. Kendisine, dört kapısı ve üzerinde dört penceresi olan çok güzel bir cami göstererek; bu güzel mabedin, ahenk ve nizamını, mimari özelliğini bozmadan, camiyi yıkılma tehlikesine maruz bırakmadan bir kapı ve bir pencere açmasını teklif etti. Ne kadar uğraştıysa da, sayılan bu özelliklere riayet ederek, yeni bir kapı ve pencere açma cesaretini gösteremedi. Bunun üzerine, Cebrail aleyhisselam, yeni bir kapı açılması halinde, mevcut ahengin bozulacağını, islam’ın zarar göreceğini ikaz ederek, bu teşebbüsünden vazgeçmesini kesin bir şekilde ihtar etti. Bu önemli ikaz üzerine, “Sadrü’ş-Şeria” hatasını anlayıp bu teşebbüsünden hemen vazgeçti. Daha sonra da kimse böyle bir teşebbüste bulunma cesaretini gösteremedi. Zaten buna ihtiyaç da yoktur. Zira dört mezhep, dinimize ait bütün meseleleri çözmüş, ileride çıkabilecek meselelerin de çözüm yollarını göstermiştir.

    Muhammed Zahid el- Kevseri:

    “Mezhepsizlik, dizsizliğe giden köprüdür.”

    Şehristani ve Yusuf en-Nehbani:

    “Hak olan, doğru olan dört mezhebin itikadları, yani imanları aynıdır. Dördü de, Ehl-i sünnet itikandındadır. Mezheplerden birine uymayan bidat ehli sayılır ve mezhepsizdir.”

    Tahtavi:

    “Ehl-i sünnetin onlarca mezhebinden dört tanesi kitaplara geçmiş olup, diğerleri kısmen unutulmuştur. Müctehid olmayanların, bütün hareketlerinde ve ibadetlerinde bir müctehide tabi olması, yani bu dört mezhepten birinde bulunması gerekmektedir.”

    Abdurrahman Silheti, imamNablusi:

    “Mezheb taklit etmek, Kitap ve sünnetten ayrılmış olmak demek değildir. Bilakis mezheb imamının Kitap ve sünnetten bildiklerine uymak, Kitap ve sünnete uymak demektir.”

    Bu meselede söylenen sözlerin tamamını nakledecek olsak, hususi bir kitap olabilir. Zira on dört asır boyunca her âlim bir mezhebe bağlanmanın şart olduğunu ve mezhepsizliğin caiz olmadığını beyan etmiştir. Bizler meseleyi daha fazla uzatmamak için bu kadar nakille yetiniyor ve son olarak diyoruz ki;

    Tefsirini yaptığımız ayet-i kerime; bu ümmetin, hayırlı bir ümmet olarak insanlar için çıkartıldığını ve hayırlı ümmet olması altında yatan ana sebebin de “iyiliği emretmek ve kötülüğü nehyetmek” olduğunu bildirmiştir. Demek iyiliği emretmek ve kötülüğü nehyetmek, bu ümmetin bir vasfıdır. Ve bu ümmet, Efendimiz (asm)’in;

    “Ümmetim, asla dalâlet üzerinde birleşmez.”

    ifadesiyle, asla batılda ittifak etmeyecektir. O halde şu muhakemeyi yapabiliriz:

    · Madem Kur’an’ın ifadesiyle bu ümmetin vasfı iyiliği emretmek ve kötülüğü nehyetmektir.

    · Ve madem Peygamberimiz (asm)’in beyanıyla; bu ümmet asla batılda ittifak etmeyecektir,

    · O halde, hakkında ittifak edilen bir mesele batıl olmayıp, hak olacaktır.

    · Ve maden hakkında ittifak edilen mesele hak olacaktır, o halde bir mezhebe bağlanmak da hak olmalıdır. Zira zikrettiğimiz gibi, islam âlimlerinin tamamı bu meselede ittifak etmiş ve hepsi bir mezhebe bağlanmanın şart olduğunu beyan etmişlerdir. Hatta sadece beyan ile yetinmeyip, yüz bin hadisi, senedleriyle birlikte bilen, o büyük âlimler bile dört mezhepten birine tabi olarak, fıkhî konularda o büyük mezhep imamlarını taklit etmişlerdir.

    O halde diyebiliriz ki, bir mezhebe bağlanmanın gerekli olmadığını söyleyen cahiller, hem Efendimiz (asm)’in;

    “Ümmetim, asla dalâlet üzerinde birleşmez.”

    hadisini inkâr etmekte, hem de tefsirini yaptığımız;

    “Siz insanlar için çıkartılmış hayırlı bir ümmetsiniz, iyiliği emreder ve kötülüğü nehyedersiniz.”

    ayetini inkâr etmektedirler.

    Zira onların mezhepsizliği savunması, bu ümmetin dalalet üzerinde birleşebileceği fikrini ve bu ümmetin iyiliği emretmeyip, kötülüğü emrettiği neticesine varmaktadır. Çünkü eğer mezhepsizlik caiz ise, bu ümmetin âlimleri mezhepsizliğin haram olduğunu söyleyerek hem batılda ittifak etmişler, hem de iyiliği değil, batılı emretmişler, demektir. Çünkü onlar mezhepsizliğin caiz olmadığını söylemişlerdir.

    https://sorularlaislamiye...ler-dosyasi-birinci-bolum
    1 ...