ona göre takıntılı bana göre gerçek sevgi. şöyle sevdim, böyle sevdim, aşkından geberdim felan gibi beylik laflar etmeyeceğim. kimseye bir şeyi ispat etmek zorunda değilim. karşıma geçse zaten yüzümde derinleşen çizgilerin oluşturduğu hüzün, inkisar, umutsuzluk, yılgınlık, kırgınlık ona her şeyi anlatır. gelip 'Defol'' demez ürker, saklanır yine de geçmez çünkü o başkalarına anlayışlı, dinleyici, paylaşımcıdır. öyle ya gerçekten seven insan, sevgisine, sevdiğine dibine kadar takık, sözümona takıntılıdır! hatta ''bu hale nasıl geldim'' diye bir cümle de kurmayacağım. sen o zamanı elinde tutamazsın, kontrol edemezsin hayatta bazı şeyleri, hem de hiç kontrol edemezsin. kırılma, dökülme, dağılma pahasına seversin. kendisi gider. yokluğu kalır. sesi gider, sessizliği kalır. bunun adı takıntıysa takıntı olsun, sürüklenmekse sürüklenmek ya da başka bir şey. sen içinde yaşatmaya devam edersin. hesap kitap yapmazsın. sen sadece uzaklardan takıntı olarak görürsün, gözlerin odama kadar ulaşmaz. çünkü çekip gitmişsindir. ben yapayalnız ve hayallerine sarılmış bir haldeyimdir. düşlerini bile dinlemeyen insana ne anlatabilirsin?
birini içselleştirmenin adı ne zamandan beri takıntı, psikolojik rahatsızlık olarak anılmaya başladı ben cidden bunun cevabını bilmiyorum. insanlar düş kurar, sever, peşinden gider, hayal kırıklığına uğrar, köşesine çekilip içselleştirir, sonra ölesiye yazar, onu yazar, yaza yaza sever. insan olmanın gereği budur. bunu takıntı olarak addedenlerin ciddi anlamda psikolojik olarak çıkmazda olduğunu düşünüyorum. ''kaç gece yanımdaydın, kaç gün arayıp halin hatrın nedir dedin?'' diye sordun da öyle keskin nevrotik teşhisler koyabiliyorsun? cevap veremezsin. cevap veremediğin her şey ama her şey senin yaşattığın acılardan ibarettir. takıntılar ise kapıyı kapatınca dışarda kalır ayakkabı gibi.