peki, kur’an’ın yalnız araplara gönderilmediğini göstermek için onun arapça olmaması gerektiğini savunanların gösterecekleri ne gibi bir alternatifleri vardır? diyelim ki, kur’an arapça değil de türkçe inseydi, sosyolojik bir realite olarak, ilk muhatapları olan araplar bu dili nasıl öğreneceklerdi? kaldı ki, türkçe olması halinde yine aynı olay devam edecekti. bu kez onlarca milletin fertleri “bizim dilimizle gelmedi, öyleyse bize hitap etmiyor.” demeyeceklermiydi. bu takdirde kur’an’ın yetmiş iki milletin dilleriyle gelmesi gerekirdi. böyle bir mantık yürütenin bir önce doktora gitmesini tavsiye ederim.
biz sana arapça bir kur’an vahiy ettik ki, sen anakent olan mekke ile bütün etrafını uyarıp irşat edesin.”(şura, 42/7) mealindeki ayette -lisan konusunda ifade edildiği gibi- sosyal bir realiteden bahsedilmiştir. yani önce kendi çevresinden başlamayıp da en uzak yerlerden mi başlamalıydı? zerre kadar şuuru olan böyle bir ihtimale ihtimal vermez. demek ki, önce bulunduğu memleketini, daha sonra yakın çevresini, daha sonra da uzak çevresini, yani bütün dünyayı aydınlatmak üzere gönderilmiştir. yani, ayette geçen “mekke’nin çevresi”nden maksat, bütün insanlardır.
son olarak
biz seni alemlere rahmet olarak gönderdik.(enbiya, 21/107).