yaşadığım tüm hezeyanların varış noktası bu imiş meğer. şu anda sadece acıtıyor. kimse şüphe etmez iken ya da bunu dile getirmez iken, doğru olanın farkındalığından yıllar şüphe ettikten sonra bu noktaya gelmemeyi dilemiştim. ama neticede buradayım..
burası ile ilgili hiç tecrübem yok. ya körüm, ya burada gerçekten hiçbir şey yok. iyi-kötü yok. yalan-gerçek yok. doğru-yanlış yok. nitekim şu anda hissettiklerim, acı ve merak.
doğru olan her şeyi savundum. ya çok sevildim, ya hiç sevilmedim. dedim ya, burada hiçbir şey yok; burada doğru yok. ya da ben kör oldum. belkide marifet buraya gelip doğruyu bulabilmektir, yemin ederim ki burada bir doğru olsa, ona tutunurdum. bu yüzden buradayım derdim, acıtmazdı. ya da belkide doğrular kullanılmaktan o kadar usanmışlardı ki; bir daha dile gelmeleri çok zordu. umarım kör değilimdir.. kör değilsem mutlaka çıkış yolumu bulacağım..
(kalp birini gördü, acısını unutabilirdi. aklı kör etti. eğer akıl da o'nu kalbin gördüğü gibi görseydi, olurdu.. akıl görmedi.. akıl yola gelmedi. kalp zamanla akletmeyi öğrendi, akla görmediğini gösterdi. akıl kalbi anladı, sevdi, kabullendi, sahiplendi ama merhametinden eksiltmedi; merhametini gizlemesi şerh oldu. ama akıl o'nu sevmedi, kabullenmedi, sahiplenmedi. geride beklemedi. ikisi de hep katı idi. ne uğruna? bu karanlık için miydi erdem sahibi olmayı istemek.. belli ki tek gizlenen merhamet değildi..)
hatalarımı, yalanlarımı kabullenmemiş; telafi etmiş olmasaydım, acıtmazdı. anlaşılmak için her şeyi ortaya koymasaydım, insanların önce bunu anlamış gibi yaptıklarını ve buna inandırdıklarını anlamış olmasaydım, belkide acıtmazdı. yetmez deselerdi, o da kabulümdü, korkunç bir yalan söyledikten sonra anladım ki ben yalanı sevemem, mümkün değil bu! ben hep doğru olanı sevdim. güzel yalanlar istemedim. umarım yanılıyorumdur, başka sebeplerden farklı olmuş olayım, yeter ki canım bildiklerim beni burada sessizce izliyor olmasınlar. umarım gerçekten gitmişlerdir, umarım vuslat vardır, her şey üzerine düşen doğruluğu bulduğunda..
fedakarlık ederken karşımdakilerin fedakarlığının da farkın olmasaydım, -tevazuya lüzum yok, onların fedakarlıkları benimkilerden daha az olduğu halde bunu görmezden gelmeseydim, ''karşılık nedir?'' sorusu ve cevabı (onların anladığı dilden) bana küçük yaşlarda iken öğretilmiş olsaydı, daha az fedakarlık yapardım; belkide acıtmazdı. lakin fedakarlık insanlıkta gizliydi. gizleseler de, Kur'an'ın da dediği gibi 'gerçeğin üstünü örtseler de' bu böyle idi. mutlu insanların hikayeleri yoktu. onlar etliye sütlüye karışmadan, önlerine canı yanan birileri çıkana dek zulme kulak tıkayan, gözlerini kapayan insanlar olmuşlardı ve ben orada kalamazdım. belkide bu karanlık tertemiz bir karanlıktır. beni anlayabileceğini iddia eden yüzlerce insan tanıdıktan sonra, yalnız öleceğimi/öleceğimizi bilmenin ötesinde idrak etmek için bir hazırlıktır.. kör olmayı hem çok isteyecek hem de hiç istemeyecek kadar yaşadıktan sonra, çekip gitmenin yahut kalıp direnmenin imtihanıdır. ilmim buna yetmiyor şu anda. şu hisse kapıldığımda Allah'a inanmayanlara çok dua ediyorum. çünkü Allah olmasaydı bendeki bu iyi-faydacılık, bunları gördükten sonra direnmeye değil, muhtemelen beterin beterine evrilirdi..
kelimelere bu kadar takılı kalmasaydım, söylediğim an ben de unutsaydım, sadakat nedir bilmeseydim; acıtmazdı. ben de onlar gibi yol aldığımı düşünürdüm, aslında geriye gidiyor olurdum. batarken kendime yandaş bulurdum. sadık ve sessiz olanlar beni affetsin, gelip sahibi oldukları yerlerine geçsinler.. belki hiç tanıyamadım, belkide kestirip attım; dedim ya beni affetsinler.. doğruluk adına yapılmış bir hata olarak görsünler..
Belki aydınlanır her yer, akıl ile kalp bir olur. umarım (o kadar kederden sonra) orada kimse yoktur. büyük mutluluklar gitse de yerine huzur gelir. akıl huzura kanmaz biliyorum, ama kalp avunur.