radikal demokrasi; bilindiği üzere post-marksist akımın ve avrupa komünizmi uygulayıcısı partilerin çoğulcu demokrasi ve sivil toplum söylemleri üzerinden kurulmuş bir demokrasi anlayışıdır. bu anlayışa göre 70'li yıllarda yeni sanayi devrimi ile klasik kapitalist dönem sona ermiş, bu nedenle işçi sınıfı da klasik anlamda bakıldığında kaybolmuştur. artık sermayenin iktidarı yıkılmaz durumdadır. bir devrim ve devrimin dayanacağı sınıflar yok olmuştur. bu nedenle sermaye üzerinde denetim kurabilecek ve üretici güçleri geliştirdiği düşünülen orta sınıflara dayanılan yeni bir tür sivil toplumculuk geliştirilmelidir. sivil toplumculuk ağı genişledikçe sermayenin alanı daralacak, üzerinde bir baskı görecek. bu sayede radikal bir demokrasi de herkes söylem özgürlüğüne kavuşacak. bu hareketi yaratmak için ise önce toplumda gücünü maddi üretim araçlarından alan işçi sınıfı ya da yoksul köylülük gibi sınıflara dayanmak yetmez çünkü modern çağda onların etkisi azdır. toplumsal muhalafeti yükseltebilecek her türden ezilen ve sivil toplumculuğu savunabilecek her türden görüşle ittifak kurulması gerekmektedir.
kendi gölgesinden korkan cüce dev avrupa komünizmi bu çıkışını kendini sovyetler'Den ayırmak adına yaptığı ve nesnel koşullar yüzünden bu fikri de tıpkı diğer revizyonist görüşleri çıkardığı gibi kendi elleriyle yaratmıştır. bu fikrin neresi kötü olduğunu sorabilirsin? dışsal açıdan bakınca sanki çok güzel gibi duruyor. fakat içine bakılınca radikal demokrasinin nasıl bir çürümüşlük olduğunu daha iyi görebilirsiniz.
öncelikle sosyalizmi ele alalım. sosyalizm üretici güçlere dayanan, emek-sermaye karşıtlığından doğmuş ve toplumu nesnel olarak ilerletecek bir toplumsal kurtuluş projesidir. kapitalist toplumun içine işleyen bireycileşmeye karşı kollektiviteyi savunarak toplumun kurtuluşunun kendi eseri olacağını söyler. bu kurtuluşun da maddi açıdan devrimci sınıf olan işçi sınıfının, emekçi sınıfları öncülüğünde gerçekleşeceğini belirtir. yani sosyalizm işçi sınıfının öncülüğünde gerçeleşecek bir devrimin iktidar mücadelesidir. sosyalist iktidarı amaçlamayan devrimci bir hareket düzen içi yedeklenmeye mecburdur. bu değerlendirmeyi kimileri determenizm olarak adlandırabilir ya da indirgemecilik. indirgemecilik kimi zaman bir tahlil olsa da, determenizm suçlaması net bir öznellik taşıyor. çünkü iktidar mücadelesinde bulunan sınıflar kendi meşruiyet alanlarını yarattıkça karşı sınıfı büker. çubuk ne kadar mülk sahibi sınıflara dönerse, iktidar mücadelesinden kopan hareket düzen içi yedeklenir. işte bu nedenle iktidar mücadelesinden kaçan radikal demokrasi anlayışı sermaye düzenin sürekli olarak yeniden üretimi olarak anlam kazanır ve mutlak zaferini ilan ettiğini açıklar. halbuki mutlaklık asla gerçekleşmeyecek bir yanılsamanın ürünüdür.
diğer yandan ittifakçı politikalar üzerinden gene iktidardan kopan bu marksist anlayış kendisini liberalizmin etkisine kaptırıyor. liberalizmin ideolojik yörüngesine çekildikçe kitlelerde liberalizmin merkezkaç kuvvetlerine bağımlı oluyor. verili bir anda ise liberalizm kendi söylemleri ile radikal demokrasi söylemleri üzerinde hegemonyasını kuruyor. gramsci anlayışın belirttiği gibi mülk sahibi sınıfların kendi ideolojik üretimleri bu anlayışta çok daha yüksek oluyor ve gene burada karşımıza ideolojik angajman çıkıyor.
reel sosyalizmin yıkılışının ardından yükselişe geçen burjuva ideolojileri şimdilerde sermayenin düzeni yeniden üretimini sağlamak adına sarıldığı ideolojik yanılsamalar var. bu yanılsamalar ise kendini demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi kavramlarda bütünleştiriyor. sermaye diktatörlüğü değişimci bir dünya olarak karşımıza çıkıyor. tabi bu değişimcilik öz olarak yok, özde olmasa da sözde bir değişimcilik kitlelerin sisteme yabancılaşmasını ve sistemin bunalıma girmesini engelliyor. o nedenle radikal demokrasi anlayışı sermaye diktasının meşruiyet alanlarını genişleten bir yapıya sahiptir.
emperyalizmin yoğunlaşan saldırısına karşı bugün sol kendini demokrasi ve özgürlükler alanında ifade etmeye bağladığı anda düzene angaje oluyor. angaje oldukça kendi hattını yitiriyor, kitlelerden uzaklaşıyor. bugün sol kendi çıkışını anti-emperyalizm ve aydınlanmacılık gibi aslen gene burjuvazinin bile bir şekilde sözde de olsa sağlayabileceği kavramları işgal etmesinden sağlayacaktır. bunun üzerinden ve elbette anti-kapitalist söylemler üzerinden yükselecek eşitlikçi bir sol anlayış kendini tekrardan var edecek bir konuma yükselecektir. çünkü bir alan siyasette boş bırakılıyorsa orası doldurulmalıdır. bugün sol o boşluğu dolduracak yegane güçtür.