Bir şeyler alabileceğim ucuz bir marketten içeriye girdiğimde ilk başta söyleyeceğim şey kesinlikle yolumu kaybettiğim ve aradığımı bulmaya yön bulma bulma yeteneğimin yetmediği.
Sokaklarda kafamız yeteri kadar delik deşik oluyordu ve cebimize giriyordu bir kaç kuruş para.
Telefon çalıyor arayan ev.
Gıda gereksinimlerini bir çırpıda sayıyor annesinin kusmuğundan beslenen kuş yavruları.
Pelte beynimizle market arabasına birer birer koyuyorduk evimizin sıcaklığına götüreceğimiz ürünleri.
Sucuk,salam ve sosis alırken bilmiyordum at ve eşek etinden yapıldıklarını.
Köfte diye aldıklarımın kesilen hayvanların kemiklerinden ve yenilmeyen bölümlerinin kıyma makinesinden geçirildiğini.
Kırmızı etin kilosu kaç para olmuş?
Beyaz et reyonunda gezinirken orta halli dostu tavuk ve yumurta reyonuna yanaştığımızda;
Aklımıza tavukların yirmi bir günde büyüdüğü ve antibiyotik dolusu yemlerle beslendiği haberleri geliyor.
Kendimizi geri çekip balık reyonuna yaklaşıyoruz kendinden emin her delikanlı gibi.
Tezgahın önünde hamsi yirmi lira yazıyor.
Biz daha tanesinin mi yoksa kilosunun mu olduğunu anlamadan soluğu tavuk tezgahında alıyoruz.
Olsun be kesin basında çıkan haberler yalandır.
Tavuk eti yemeyeceğiz de ne eti yiyeceğiz.
Almak için olmasa bile kırmızı et tezgahının önünde turistik gezi yaptıktan sonra un mamullerinin önüne geliyoruz.
Biz zaten undan yapılanları tüketmeyi severiz.
Market arabası dolu gözüksün diye bolca makarna ile dolduruyoruz.
Tam kasaya yanaştığımızda süt ve süt ürünlerini unutuyoruz.
Bir servet harcadığımız,vicdanımızı rahatlatan günlük ve pastörize sütler ne çocuklarımızın boylarını bir santim uzatıyor.
Sokak hayvanları ne sütlerinizi içiyor nede et ürünlerinizi yiyiyor.
Şekerlemeleriniz domuz jelatinlerinden yapılıyor.
Çikolata ve büsküvileriniz kanserojen etkisi olan palm yağında yapılıyor.
Bu arada anlattıklarım Nijerya da yaşadığım zamanlarda izlenimlerimin kağıda dökülen gerçekleridir.
Nijerya da hayat böyle.
Siz şükredin halinize.