şimdi efendim iki yıl önce, allahın belası kanser yüzünden anneyi kaybettik. tabi vefat anlamında kaybedince de bulunmuyor zart diye. arıyorsun eskiden yemek buharları gelen mutfakta, soğuk soğuk esiyor. üzerinde bir tane toz olmayan iğne oyası ile örtülmüş televizyona, mınakoyum "beni yıka" yazasım geliyor, "buraya işeyen eşektir" yazasım geliyor. anne öldükten sonra babam televizyonun önüne işemeye başladı çünkü. veya ne bileyim işte, çok da sevmiyorum buraya duygusal şeyler yazmayı. anne yok işte açıkçası. gerçek bu. buz gibi di mi?
hazır kanser konusu açılmışken de buradan para hırsıyla havayı kirletenlere, sebzeleri hormonlayıp zehirleyenlere, çernobil faciasının etkileri yeni yeni görülürken hala nükleer santral kuranlara, ilaç tacirlerine, çevreyi yok edenlere, savaşa harcanan paranın binde birini bilimsel araştırmaya harcamayanlara sesleniyorum: bacağımı köküne kadar g.tünüze sokayım, amırcık aazlılar sizi. kafam dahil komple gireyim size, kanırttıklarım.
anne öldükten sonra; insan babanın yalnızlığını da görmek istemiyor tabi. her geçen gün eriyip giden babanın, yıllarca paylaşılmış yatakta, çift kişilik soğuk yatakta tek başına ne kadar tırto, hatta fil g.tüne girmiş kertenkele yavrusu gibi durduğunu görüyorsun. tabi alışılamıyor, yıllarca makara kukara yaptığın adamın, bu hale gelmesine, keratin dokusunun fenalaşmasına, yüzündeki çizgilerle "ara güler"in fotoğraflamak istediği yaşlı adam oluşuna. filmlerde olur sanırdım, birden beyazlayan saçların. babamda 83 tane saç teli vardı annemin ölümünden önce, 17 siyahtı, ölümünden sonra ki durum ise 48 tane tel var, 3 tanesi siyah.
neyse işte baba da kötü. 30 yılı aşan birlikteliklerinde, yoksulluklar, yalnızlıkar, hasretler çekilmiş; küçüğü biraz saçma olsa da iki tane çocukları olmuş; elleriyle kurmuşlar kendilerinin hayatlarını ve abimle benim hayatlarımızı. nasıl kötü olmasın? bildiğin yarım lan adam.
ama yalnızlık da bir allah'a bir de robinson cruise'a mahsus tabi. istiyor yeniden sevmek, paylaşmak bir kaldığı kadarının hayatını, eskisi gibi olmayacağını bilse de, insan nihayetinde. ilk başlarda kıskanıyorum ben de. deli gibi. lan anneme nasıl yaparsın bunu diyorum? "anne mi kaldı mınakoyum" diye karşılık veriyor bana. hakikaten de öyle ama, "anne mi kaldı mınakoyum". tabi fiziksel olarak. yoksa hatıralar falan her gün yokluyorum, yerli yerinde.
hatırlarından da kıskanmak hoş olmuyor tabi bir insanı. kimse yerini doldurmayacak biliyorum annemin, ama hazmetmem de zor olacak açıkçası. her neyse, insan babasının böyle liseli heyecanıyla saçlarını tarayışını, (hehe 48 tane teli), efendime söylim kokular sürünmesini garip karşılıyor. sonra dalga geçmeye başlıyor tabi bir müddet sonra. alışıyor, her s.ke alıştığı gibi insanoğlu. "kızın ailesi iyi mi bari?", "ne iş yapıyorumuş?", "kimlerdenmiş" gibi soruları ona sormak komik oluyor.
ama işte sonunda arkadaşlar, babamın nikahı var. ulan bir garip oluyor. yakında sünnet de ettiririz bak bunu.