sahip olduklarının kıymetini kaybetmeden anlayan insanların ellerinden öperim.
on sekiz gün oldu ailemden ayrılalı. aslında üniversiteyi şehir dışında okuyup öğrenci evinde kaldığımdan yıkama, ütüleme değilde yemek ihtiyacımı karşılayabileceğimi düşünüyordum. bizimkilerde öyle düşünüyordu ki beni siktir edip gittiler ancak mümkün değil.
bir kez makineyi çalıştırmayı denedim bu sürede; sonuç?- tabiki hüsran. sabah kahvaltısı için sıcak yatağından kalkıp.. ne sabahı lan; öğlen.? brunch, neyse. big mamma's ta sebzeli omlet yiyen kız ne anlar çamaşırdan, bulaşıktan? neyseki fazla zahiyat vermeden 60 derecede beyazların yıkandığını anladık azizim. olan yine bizim gömleklere oldu. geçen hafta kirli çamaşırlarım için battal boy çöp poşeti aldım; kokmasın diye de balkonda tutuyorum al sana itiraf!.
aslında yemek yapmayı severdim, yani öyle hatırımda kalmış. tüm planım annemin gitmeden önce hazırladıklarıyla en azından bir hafta yaşayabilmek üzerine kuruluydu; olmadı. köfte nedense bozulmuş, annemin erişteyi güzel yapması benimde bu konuda maharetli olabileceğim gibi bir yanılgıya düşmeme sebep oldu. sonuç? kimseye söyleme ama şöyle oldu:
-evet, finalde de iki yumurta yapıp yedim ses etme.
bunlar fiziksel olarak mevcudiyetimi sürdürecek, dışarıdan bariz şekilde farkedilmeyecek baş edemediklerim. birde dışarıdan direk gözüne çarpacak aksi, sinirli ruh halim var? oda kalsın hatıra defterimde:
eve geliyorum, hava aydınlık olduğundan bir kahve alıp kitap okuyayım istiyorum. en sevdiğim sandalyeye geçip açıyorum kitabımı. tıpkı onlar varken yaptığım gibi ancak tek farkla; sessizlik.. öyle huzur vereninden de değil. arıyorum sonra; kahkahalarla açıyorlar telefonu. kürek mahkumu muamelelerine maruz kalınca kapatıyorum, uzanıyorum, uyuyakalıyorum. hiç üzülmüyorlar lan bana.