ozgurluk uzerine yanilsamalar ve esitlik

entry2 galeri
    ?.
  1. Köleci toplumlardan beri tarihin her kesitinde insanlığın daha ileriye, daha iyiye ve daha güzele yönelişi vardır. Kimi kuşkuculara göre bu kavramlar toptan bir öznellik taşısıyor; fakat bir gerçek toplumlar her daim daha özgür ve daha eşit bir yaşamı arzulamışlardır. Tarih, eğer nesnel bir varlıksa ve toplumlar bu nesnellik içinde hareket yasalarına sahipse, eşitlik ve özgürlük birbirinden ayrılmayan ve uzunca bir süredir nesnelliğini koruyan bir hedeftir. O halde bu hedef nasıl tanımlanmalı ve nasıl anlamdırılmalı? Hangi kavramlar gerçekliğin üstünü bir sis perdesi gibi örter, hangileri gerçeği gün ışığına çıkarır?

    Pek çok tarihçi için, tarih anlamsız olayların ve birbiriyle ilişkilendirilmesi üzerine kurgulanmış bir olgudur. Yani tarih kimi toplulukların çıkar ve iktidar savaşıdır, kimi olaylar çağ açıp çağ kapatabilir. Gerçek ise, tarihin akışını belirleyen şeyin "sınıf savaşı" olduğudur. Bu özde hareket eden tarih, olduğu yere krizler ve kopuşlarla, büyük sıçramalar ile ilerliyor. ilerlerken ise gene yeni üretim biçimlerini, toplumsal ilişkileri belirliyor. işte bu nedenle, insanlığın kendine çizdiği yolda, iktidar kavgalarını ya da insanlığın tüm özlemlerini üretim ilişkilerinden bağımsız saymak basit bir "safdilliğin" bulanık hali olabilir. Bulanıklıktan hızlıca sıyrılırak, gerçekler dünyasına geldiğimizde; yani soyut olandan somuta hareket ettiğimizde gördüğümüz şey yukarıdaki kavram oluyor. Uzlaşmaz sınıf karşılıkları, toplumların bağrından çıkan ve köhnemiş olanın yerine geçicek olan yeni üretim ilişkileri, insanlığın uzuncadır özlemini çektiği özgür ve eşit bir dünyayı da kendisine göre şekillendiriyor. Hakim olan bu kavramları istediği gibi somut olandan soyuta taşıdığı gibi soyuttan ayakları toprağa değen bir somutluğa da çekebiliyor.

    Günümüzde tamda böyle bir tartışma yaşanıyor özgürlük ve eşitlik üzerine. Sınıf denklemlerinden, ekonomi politikten ve ideolojilerden bağımsız, ayakları yere basmayan bir özgürlük tanımı ve ne olduğu belirsiz bir eşitlik kavramı üzerinden tartışmalar sürüyor. Peki ama nasıl bir özgürlük tanımı yapmamız gerekiyor? Hani bizlere 8.sınıf Vatandaşlık Bilgisi derslerinde öğretilen sığ ve ne olduğu belli olmayan bir kavramı mı tercih edeceğiz? Elbette böyle bir tercihi yalnızca çocuklar yapabilir, biz onları geçelim ve konuya dönelim. Özgürlük üzerine yanılsamalara ve eşitlikle özgürlük arasındaki bağa geri dönelim. Toplumu hem ideolojik olarak, hem de ekonomik olarak kontrol altında tutanlar bugün özgürlüğün bireysel olanına işaret ediyor. Daha iyi bir yaşamı bireysel tercihlere bırakıyor. insanı toplumsal bağından koparıp onu bireyselleştirmeye ve yüzyılların özlemlerini dindirmeye çalışıyor. insanlar arası ilişiyi basit bir pazar anlayışına indirgeme çalışıyorlar. Tabi bunu her iki yönden yapıyorlar. Topluma sundukları ve meşruiyetlerini sağlayacaklarını ideolojik aygıtları- medya, devlet kurumları, din gibi- kullanarak yapıyorlar. Diğer yandan ise toplumsal mücadelenin, sınıf mücadelesinin kendi ellerinden kaydığını görünce ise baskı aygıtlarını- silahlı kuvvetler, polis, yargı gibi- kullanıyorlar. Ama bugün bu baskı aygıtlarını harekete geçirmeleri istisnai bir durum gibi gözüküyor. Bugün, toplumsal mücadele alanının zayıf olduğu günümüzde ideolojik aygıtlarının gücü hegemonya kurmalarına yetiyor.

    Lenin 1904 yılında "Bir adım ileri iki adım Geri" isimli bir eleştiri kitabı yazmıştı. Bir yandan kendisine muhalif olanları eleştiriyor, diğer yandan kendi tezlerini öne sürüyordu. Örgütlenme konusunun kendi muhaliflerince bir adım ileri iki adım geri temposu ile gerçekleştirdiğini belirtiyordu. Bugünde özgürlük kavramı böyle bir tartışma düzlemi üzerinden yapılıyor. Toplumsal kurtuluşa giden yolu tıkayan ve insanları bireycileşmenin sığ sularına iten hakim sınıfların, mülk sahibi sınıfların anlayışı özgürlüğü ileriye götürmüyor. Bir özgürlük verildiğinde karşılığında eşitlik olmadığından hem o özgürlük anlamsız oluyor, hem de sonra verdiği özgürlüğe karşılık iki kısıtlama getiriyor. Konuyu açmakta fayda var. Bugün teknolojinin gelişmesiyle kıtalar arası ulaşım çok kolay sağlanıyor. Uçaklar, gemiler, arabalar... Bir insan ele alalım, bu kişi bir işçi olsun. Herkes teoride uçma özgürlüğüne sahiptir. Fakat bu kişimiz eğer cebinde parası yoksa uçması imkansızdır, tabi kanatları çıkabilecek kadar evrimleşmezse. Böyle bir ihtimal gerçekleşmeyeceğine sahip olmadığımız bir özgürlük bizim değil. Elbette özgürlük alanı bu kadar sınırlı değildir. Bu kadar basit bir örnekle yalnızca ucuz indirgeme yaparsınız. Fakat toplumsal alanda eşitlik olmadıkça bireysel gelişim denilen şey çeşitli süpermarketlerin "en çok satanlar" raflarından ötesine geçemiyor. Üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet sürdükçe, toplumsal ilişkiler- en küçük aileden, işe ve devlete kadar insanın sosyal bir örgütlenme içinde olduğu her alandan söz ediyorum- bir pazar ilişkisine indikçe bireysel özgürlükler yalnızca sömürü özgürlüğüne ya da emek-gücünü hangi fiyattan satıp, ne kadar sömürüleceğin özgürlüğüne dönüşüyor.

    Özellikle Soğuk Savaş'ın ortalarından beri çizilmeye çalışılan bir insan modeli var. Evi olan, ailesi olan, arabası olan ve çeşitli lüks tüketim maddelerine; buzdolabı, televizyon ve şimdilerde bilgisayar ürünleri vs... sahip olan kentli insan modeli çiziliyor. Bu kapitalizme içkin bir tüketim toplumu modelini masamıza koyuyor ve algılarımıza işliyor. Bu da diğerleri gibi bir ideolojik akımın, bir sınıfın dünya görüşünü yansıtan bir insan modelidir. Mülk sahibi sınıfların bu çizdiği toplum modeli insanları birer meta fetişti* haline getirmekle beraber kendi sosyal varlığını da unutturuyor. Buna karşın, tüm bu ideolojik bombardımanlar insanlığın yüzyıllık özlemleri olan toplumsal özgürlük ve eşitliği henüz silip atabilmiş değil insan yaşamından. Atamamıştır çünkü her gün bu özleme neden olacak sınıfsal çelişkiler kendini yeniden üretmekte ve bu yeniden üretim toplumsal mücadelenin canlı kalmasına neden olmaktadır.

    Bugünlerde ülkemizde de kimi özgürlük ve eşitlik tartışmaları süregidiyor. Fakat bu özgürlükler sanki ideolojik bağlamından kopukmuşçasına tartışmaya sokuluyor. Çok canlı bir örnekle bu savımızı güçlendirelim. Konumuz kişinin dinsel özgürlüklerini yaşayıp yaşamamasın değil. Bunun sınırları nelerdir farklı bir yazının konusu olabilir ancak. Fakat türban konusunda olduğu gibi sanki bu konu gerici ideolojilerin toplumsal etkilerini arttırma yolu değilmişçesine basit bir özgürlük demogojisi sürüp gidyor. Basit bir giyim kuşam özgürlüğüne indirgenmesi konunun, ideolojik yanını törpülüyor ya da yanılsamaya uğratıyor. Toplumsal özgürlüğün önünü tıkayacak ve insanlığın bireysel gelişimini de yok edecek kimi düşünceler toplumda kök salınmasına izin veriliyor. Bu örnektede görüldüğü özgürlük konusu ya da eşitlik kavramı ideolojilerden bağımsız, hakim üretim ilişkisinden öte bir dizi olgu olarak ele alınamaz. Bu tarz bir görüş bilimdışı olduğu gibi günümüzün hakim sınıfı olan burjuva dünya görüşünün parçalı bakış açısıdır. Bütün ise bu gerçeği reddetmektedir.

    Özgürlüğümüzün olduğunu söyleyenler ya boş bir hayal dünyasında, gözleri bağlı bir biçimde yaşıyorlar ya da yalan söylüyorlar, iktidar sahibiler. Gerçek ise kullanamadığın özgürlük eşit olmadığın bir yerde suyun üstüne düşen ışık harelerinden farksızdır. Artık eşitlik olmadan özgürlükten bahsedenler sanal bir dünyanın kapılarını aralamaktan öte bir şey yapmıyorlar, çürümüş ve köhnemiş düzenin insanlığı çürütüp atmasından ve tüm değerlerini tasfiye etmesinden başka bir şey istemiyordur. Hala eşitlik olmadan özgürlükten mi bahsediyorsunuz? Üretim araçlarında özel mülkiyetin devam ettiği, planlamanın aptallık olarak atfedildiği ve tek özgürlüğün lüks tüketim özgürlüğü olduğu dünyada altı doldurulmuş bir özgürlükten bahsetmek kumda oynamaktan başka bir şey değil. Çürüyen topluma karşı diğer yol toplumsal kurtuluştan gitmekte, diğer tüm yollar ise barbarlığın kendisine.

    *Meta fetişizmi; bir kişinin bir malı satın alırken onu yalnızca işlevi için değil aynı zamanda bir statü/sınıf sahibi olduğunu göstermek içinde satın alır. Büyük kırmızı bir arabayı almak kimi zaman küçük bir arabayı almaktan çok fazla anlam taşır. Çünkü, kişi onu aldığında belirli bir mülk sahibi sınıfn içinde olduğunu da gösterecektir.

    not: yazı ekin dergisi'nin temmuz ayı baskısından alınmıştır.
    2 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük