varlığımı yaşamlarının küçük pencerelerindeki otuz derecelik görüş açısından dışarıya bakarak çözebileceğini düşünenler varsa beni uzaklarda aramasınlar zira ben aynaya baktığınız esnada dikkatinizi çekemeyecek kadar küçük ama bir o kadar da ince ayrıntıyım. Tam olarak kim miyim? Mutfağınızdaki artıkları kendine ganimet bellemiş istilacı hamam böceğiyim ve sıkabileceğiniz her türlü ilaca karşı bağışıklılığım var. Göz görmeyince gönlünüz katlanır sanıyorsunuz ama ben kafasını koparsanız dahi mutfağınızda tıkır tıkır dolanıp içinize korku ve endişe tohumlarımı serpmeyi çok iyi bilirim…
hiç şüphe yok ki şahit olanları inancını sorgulamaya itecek kadar mülevves bu eylemi gerçekleştirmeme sebep olan olay örgüsünü müsadenizle anlatayım... kalp gözlerimi açtığımda beyaz bir torosun içinde cinler alemine kaçırılmakta olduğumu fark ettim. belli ki beni alıkoyması için gönderdikleri cin hakkımda yeterli istihbarata sahip değildi. çünkü yalnızca gözlerimi kapatmıştı, oysa kalp gözümle gayb dışında her şeyi görebilirdim. öncelikle yokluğumu fırsat bilip antiahlaki eylemlerde bulunur diye kız kardeşimi kontrol ettim. sonra aysun hanımı belki gusül abdesti alırken yakalarım diye evine bir göz gezdirdim. canım bacım ben severim diye ''yetiş ya muhammed yetiş ya ali'' diye türküler çağırarak çiğ köfte yoğuruyor, aysun hanım ise geçtiğimiz günlerde hediye ettiğim namaz öğreniyorum seti eşliğinde düşe kalka namaz kılmaya çalışıyordu. secde ettiği esnada şeytan zihnime müdahalede bulunur diye gözümü salih'e çevirdim fakat ne hikmetse salih'i röntgenleyeceğim sırada sinyal yok yazısıyla karşılaştım. belli ki ak takkelere olan erişimim içerden birileri tarafından engellenmişti. ya da ak parti hükümeti iletişim ağımızı mahkeme kararıyla kapatmıştı. aklıma yalnızca iki ihtimal geliyordu. salih beni devirip başa geçmek için birkaç ak takkeliye Schrödinger'in kutusu adı verdiğimiz teknikle rüşvet vermiş olabilirdi. 385 sayılı takkeminati kanununa göre ak takkeliler rüşvet suçuna karışmaları halinde bile aldıkları rüşveti büyük bir ayakkabı kutusu içinde bir tarafında zehirli bir yılanın diğer tarafında ise rüşvet olarak aldıkları maddi veya manevi şey bulunacak şekilde alırlar yani %50 ölme ihtimali bulunur ve kaderlerini allah tayin eder. bu kanun 57. Türkiye Hükûmeti döneminde benden önceki lider hz etuu tarafından takkeminati içindeki hainleri ayıklamak amacıyla çıkarılmıştı. bu şekilde dünya üzerinde nadir bulunan bir yılan türü tarafından zehirlenerek ölenlerin kirli işlere bulaştığı anlaşılıyor, takkeminati tarikatı büyük bir gizlilik içinde faaliyetlerine devam edebiliyordu...
ikinci ihtimale göre ise tüm bu olanlardan haberi olmayan salih benim yerime geçici olarak atandıktan sonra ak takkelerin kontrolünü ele geçirmek isteyenlerin başı ile hz musa usulü asa düellosu yapacak, kazanan taraf kayıtsız şartsız takkeminati'nin lideri konumuna geçecekti. daha önceki otuz altı düellodan namağlup çıktığım için beni saf dışı bırakıp yerime daha tecrübesiz olan salih dövüşe çekilecek ve dördüncü ak takkeler lideri bu düellonun sonucunda tayin edilecekti. her iki ihtimal dahilinde bir an önce kendimi kurtarıp merkeze ulaşıp isyancıları yenilgiye uğratmam gerekiyordu bu yüzden beni kaçıran cine evliya amind tricks yapmaya karar verdim. yaşadığımız alemi yok etmeye yetecek kadar iman gücüyle dolup taştığımdan güçlerim sınırlandırılmıştı ama cinler aleminde tam güce ulaşabilirdim. aleme giden vortekste ışık hızıyla ilerlerken iman gücüm evliya seviyesinden sahabe seviyesine ulaştı ve kendimi kusursuz bir ilizyonla hülya avşar'ın gençliği olarak gösterdim. ardından cinin boyun ile başının birleştiği yere ayağımı koyarak tahrik ettim. neye uğradığını şaşıran cini sakalından tutup kendime doğru çektim ve dudaklarını öpecek gibi yapıp belinden kelepçelerimi açmak için anahtarlığı aldım. kucağında ağır hareketlerimle kalçalarımı dolaştırırken çaktırmadan kilitleri açtım ve kendimi serbest bırakır bırakmaz sağ elimin şehadet parmağıyla havaya kaldırdığım gibi arabanın kapısını açıp dışarı fırlattım. bedeninin vorteksin içinde milyarlarca parçaya bölündüğüne şahit olunca aynı kaderi paylaşmamak için şoförün kafasına gül suyu tabancamı dayayıp beni bir an önce kendi alemime götürme emri verdim.
1.080.000.000 km hızla shooting star şarkısı eşliğinde yol boyunca ilerlerken arabadan attığım cin'den kalan eti cin ve soğan kabuklarını yiyip çişimi içerek hayatta kaldım. ışık hızıyla ilerlersek de alemler arası yolculuk çok uzun sürmekteydi ve yolculuk sırasında saç sakalım birbirine karışıp robinson kuruzo'ya döndüm. aradan geçen aylar sonunda, ak takkeler karargahına açılan portaldan geçtim ve salih'i üstünde krallara layık bir röpteşımbır ve yanında kırk bakire korumamla tunç tahtta otururken gördüm. paramız yetmediği için demirin tuncuna kalmıştık ama yine de o tahtta oturmak yüzlerce ak takkelinin hayallerini süslüyordu. salih'le birbirimize birimizin babasının tayini çıkınca ayrılmak zorunda kalan çocukluk aşıkları gibi bakışlar atarken ak takkelerin içindeki hainlerden biri hançeriyle salih'in arkasına geçti ve tam hançeri havaya kaldırıp saplayacağı sırada salih tahtta bulunan gizli bölmedeki düğmeye basıp arkasındaki haini timsahların olduğu suya düşürdü...
salih'in yanına koşup sezercik'in hülya koçyiğit'e sarılması gibi sarıldım:
salih: yöö niye özlim ki? bu ne hal lan darwin çakmışa dönmüşün kıllara bak ninahahhaha.
etuuu: lan aylardır yokum, hayvan bi özler be. saçlarımın kırıklarını aldıramadım sakallar da uzadı haliyle.
salih: gideli daha iki gün oldu be ne ara bu denli değiştin ki?
etuuu: heee doğru ya, cinler alemiyle bura arasında zaman farkı var... neyse salih'im fark ettiğin üzere kandırıldık... başından beri her şey kumpasmış. ak takkeler içinde emir komuta zinciri dışında gerçekleşen bi başkaldırı var. suikastçiyi saf dışı bıraksak da dahası gelecektir.
salih: gelsinler bakalım onlara benim insanımı cinler alemine kaçırmak ne demekmiş göstericem...
salih'in özgüvenine hayran kalmıştım. fosforlu kedi gözlerindeki intikam alevi onlara cehennemi bu dünyada yaşatacaktı hiç şüphesiz... he-man ile battlecat gibi bir koalisyon oluşturup düşmanların gelmesini beklerken türbanlı bakire korumalar etrafımızı sardı ve çok geçmeden yüzlerce hain başlarına taktıkları kara takkelerle üstümüze doğru koşmaya başladı. sayıca bizden çok fazlalardı ve türbanlı bakire korumalarımın bekaretlerinin başına arbede esnasında bişey gelmesini istemiyordum. hepsine geride durma emri verdim ve salih'le beraber kılıçlarımızı çekip ikiye karşı üç yüz kişilik bir orduyla cenk etmeye başladık...
her ne kadar yarısını kılıçtan geçirdiysek de yecüc mecüc gibi bitmek bilmiyor, gözleri dönmüş bir şekilde dört bir koldan bize saldırıyorlardı. vücudumda tam altı yüz üç kılıç darbesi hissettim ama ölsem bile hepsini yanımda götürmeye kararlıydım. sayı dezavantajımıza karşı melek ordularını yollamadığı için allah'a çok kırıldığım esnada ak takkeler içindeki vur desem vuracak, öl desem ölecek, ver desem verecek kadar sadık adamlarım savaşın sekizinci gününde bize dahil oldular ve bu destekle tüm düşmanları püskürtmeyi başardık... savaşın sonunda tam elli cesur yürek şehit düşmüş, zemzem dolu süs havuzlarımız kan gölüne dönmüştü... 40 gün 40 gece devam eden bu kanlı savaş kayıtlara birinci ak takkeler meydan muhallebisi olarak geçti. muharebe değil de muhallebe deme sebebimiz bu büyük sırrı gelecek nesillerin öğrenmesi halinde benzer bir ayaklanma çıkmasını engellemekti...
bedenime aldığım sayısız kılıç darbesi elbet bir gün iyileşecekti ama yüreğime aldığım darbe ömrüm boyunca canımı yakacaktı. öğle namazını müteakip şehitlerimizin cenaze namazını kıldık, hepsinin tabutlarının üstünde islamiyet sancağı vardı. gül suyu tabancalarımızla havaya üç el ateş ettikten sonra konuşma yapmak için kürsüye davet edildim ve şu konuşmayı yapmaya başladım: ''hayırlı cenazeler arkadaşlar... aziz kardeşlerim! ak takkeli silah arkadaşlarım! türbanlı bacılarım! sevgili kedim salih! değerli roma vatandaşları! öncelikle mekke'deki kuzenime buradan selamlarımı iletir, kaybımızın çok büyük olduğunu ifade etmek isterim. tamamı benim tarafımdan yetiştirilen, imanlarıyla dağları yerinden oynatacak güce sahip, ömrünü islamiyet'e adayıp gece gündüz dur durak bilmeden namaz kılan elli değerli kardeşimizin kaybının acısını yaşıyoruz... mekanları uçmağ olsun...''
konuşmamın yarısında donup kalmıştım, iktidar isteği uğruna tam elli adamım kalleşçe öldürülmüştü. oysa tercih yapma şansı bıraksalar ak takkeler liderliğini elimin tersiyle iterdim ve uğruma hayatlarını feda eden takkedaşlarım bugün yaşıyor olurdu. savaşın stresi sebebiyle ellerim hala titriyor, şehit düşen silah takkedaşlarımın cansız bedenleri gözlerimin önünden gitmiyordu. herkes sessizlik içinde konuşmamın devamını beklerken bir anda kendimi kaybedip üstümde ne varsa çıkarıp attım ve ellerimi devil horns yaparak hell yeahhh diye haykırdım. başta kimseden çıt çıkmadı ama ardından kalabalık içinden bir çocuk ''anne bak kral çıplak'' deyince kendime gelip üstüme baktım ki...
neyse ki cinsel organım nereden geldiği bilinmeyen bir incir yaprağıyla sansürlenmişti her zamanki gibi. her ne kadar utançtan hoca ahmed yesevi gibi yerin dibine giresim gelse de pipimin de benim gibi gururlu duruşunu sürdürdüğüne şahit oldum ve o anın coşkusuyla hazır sıçtık bari sıvayalım diyerek nazi selamı verdim... kalabalık coşku içinde ''heil etuuu mein führer'' diye haykırdı ve alkışlar eşliğinde kürsüyü terk ettim...