ben bir çiçeğim. görenlerin hemen farkettiği ve vahşice koparıp almaya çalıştığı yıpranmış, narin bir çiçek. aslında o güzel beyaz çiçeklerim altında çok sağlam bir köküm de vardı, kimse görmedi.
her söküldüğünde can damarlarından parçalar yitirmiş bu çiçek topraklarını terk etmemeye yemin etmişti uzun zaman önce. basit ve sıradan bir döngüye razı olmuştu. ama öyle bir şey olduki, öyle bir toprakla karşılaştıki, nasıl olduysa kolayca içine kıvrılıvermişti kökleri. toprak onun kökleri kadar narin ama bir o kadar koruyucu, engin ve rahattı. çiçek toprakla buluşana kadar hiç bu kadar güzel açmamıştı. Kısa sürede suyun içinde dağılan boya gibi birbirilerine geçmiş bütün olmuşlardı. hiç bu kadar derine ilerlediğini hatırlamıyordu çiçek, korkusuzca hızla derinlerine iniyordu. sanki hiç kopmayacakmış gibi.
sonra bir deprem oldu. ne olmuştu sahi öyle?
Ne olduğunu anlamaya çalışırken bir anda acıyla kopmuştu çiçek. köklerinin çoğu toprakta kaldı. çok yara aldı, hiç çiçeği kalmadı. toprakta kalan ruhunun parçalarıydı, onu besleyen suyunu veren damarları. keşke yaşayabilselerdi ama onlar da diğer kopmuş kökler gibi kuruyup gitmeye, unutulmaya mahkumdu. Ve ne acıdır ki yeni gelen güzelliklere can vereceklerdi hatta. çiçeğin canı çok yandı, parça parça olmuş köklerinin tutunacak kimsesi kalmamıştı. Onun toprakları artık onun değildi. Oysa her gün biraz daha yayılacağını sanarken, tam koptuğu an anladı. Onun minicik canı o kocaman çalkantılı toprakta iyileşmesi çok zor bir yara aldı.