köyüm, doğduğum yer..aslında mahalle diye geçer, büyük kayaş ve küçük kayaş mahalleleri. varoştur, çoğu insanı hala çalı süpürgesi ile ev süpürür, kömür sobasıyla ısınır, köy çeşmesinden suyunu doldurur. bayındır barajı, yeni adıyla mavi göl, haftasonunu kayaşta geçireceklere en iyi mekandır. gecekondular ve apartman blokları kardeş kardeş geçinip giderler. ankara havasını en iyi oynayanlar bu bölgeden çıkar, hatta kaşık çalarlar, o ahengi seyretmeye doyum olmaz. makina kimya'nın fabrikası, kayaşta çocukluk geçiren herkese nasa binasıymış izlenimi verir. mezarlığı mı daha büyüktür yoksa kayaş mı bilinmez, bilmek de istenmez. askeriye bölgesine bakan bir balkondan 'bir askerin anıları' adıyla yazılacak bir kitaba, yeteri kadar konu çıkarabilirsiniz... anneniz, ulus'a gidiyorum yerine, ankara'ya gidiyorum der, uzaktır kayaş, uzağındadır. sınırları dahilinde bir lise bulunmamasından olacak ki, dolmuş şoförü ile yalnız yaptığım okul yolculuklarım mevcuttur anılarımda, sabahın köründen önce. havası temizdir, kokoş diye tabir edebileceğim ilginç kadın tiplerinden oluşan gruplar, trenle kayaş istasyonundaki çay bahçesine gelirler. yer, içer, okey-tavla oynarlar. oysa hiç bir kayaşlı kadın, boyasını sürünüp de bu bahçede çay içmemiştir. ya da içmiştir ama okey oynamamıştır, yada yaptıysa da kendi bilir, ben görmedim...büyükbabam derdi yüzyıllık bahçe hortumuyla kendi ektiği bahçesini sularken, kızım, kopar ye, bak bakalım, bundan sonra yediğin domateste, tahrinde, nanede bu toprakta yetişen sebzenin tadını bulabilecen mi..ne vardı ki o toprak da, suda. öyle lezzetli büyütüyordu tohumu? büyükbabam biliyordu da söylemiyordu bana, şimdi bende biliyorum ama söylemiyorum kimseye...