tekrar edelim, burda insan aklının çıkarımı olarak yanlış kabul edilen şeylerin dayanağı bizzat dinler ve onların resmi kitaplarıysa bu dine ve onun kurallarını belirleyen kutsal kitaplara inandığını söyleyen insanlara bu kayıtsız şartsız biatın yanlış olduğu söylenmesine rağmen hala ısrar ediliyorsa, bu çelişkide olan tüm müslümanlara maledilir yapılan yanlışlar (veya hıristiyanlar, veya yahudiler konumuz müslümanlar olduğu için orjini öyle alıyorum, sonra çıkıp demesin kimse müslüman düşmanı diye). yalnızca biri bu kitapda yazılanları katı biçimde uygulamaya koyabilecek gözü karalığa (diğer bir deyişle cesarete) sahiptir, diğerleri ise buna sahip olmasa bile bu kutsal kitapların söylediği ilkeleri içten içe benimsediği için pasif içici gibi, pasif kindardır, olmasa bile bu potansiyele sahiptir. bunu sokaklarda pekala görebiliriz aslında, kahvedeki mehmet emmi'nin gavur düşmanlığı, milli maçta sarı kart yediğimizde hakeme müslüman düşmanı kafir damgası yapıştırmamız, 11 eylül'den sonra avrupa ve amerika'nın en ılımlı insanının bile müslümanlara uzaylı muamelesi yapması gibi.
artık gözünü kan bürümüşler için zaten yapılacak birşey yoktur, ama sokaktaki insanın bu pasif kin besleyen ve cehaletin de etkisiyle bu tehlikeli oyuna alet olup bi an da eşik noktasını aşıp gözünü kan bürümemesinin mücadelesidir burada yapılan. insanlar mantığıyla hareket edecek seviyeye ulaştıklarından sonra bir yaratıcıya inanıp inanmamak onların kişisel iradesidir. mücadele bunları kurallar bütünü haline getirip birileri tarafından kullanılmasınadır, yasalaştırılmasınadır, kanun hükmünde kararnameleredir, çünkü bu kullananlar kendi çıkarları adına sınıfsal, fiziksel veya zihinsel hiçbir farkı olmayan insanları birbirine kırdırtmak, kendi yarattığı gücün hakim güç olmasını istemekten başka birşey yapmazlar. (bkz: güç istenci)
burda şunu kabul etmek gerekir. 1500 yıl önce bütün bu yaşananlar doğal kabul ediliyordu. daha doğrusu o zamanki insanın cehaleti o kadar üst düzeye ulaşmıştı ki bir dinin başka bir dini tahakküm altına almaya çalışması ve bu yolda oluk oluk kan akıtmak inananlar için hak yolunda atılan büyük bir adımdı (bu histeri sonraları modern milliyetçilikle de nüksetmiştir bir dipnot). ancak iki taraf da ne zaman dinlerin bu dinleri kullanan ruhban sınıflarının çıkarına olmaktan başka bir işe yaramadığını gark etti, işte o zaman hristiyanlık da ve bikaç yüzyıl sonra islamiyet de gerilemeye başladı. ta ki burjuva sınıfının, daha önce savaşın sancaktırlığını yapan sınıfın bu sömürüden çıkar elde edebileceğini keşfetmesine kadar. o noktadan sonra dinler arap saçına döndü, herkes kendine bir türkü tutturdu gidiyor.
mezhepler ve gerçek islam meselesine dönersek, empati kurarak kendi üzerimden örneklendirmeye çalışayım bunu. reklama sokacaz gibi algılanacak belki de, neyse.. ben komünizm ve anarşizm'i araştıran ve fikir olarak bu iki ideolojiye yakın olan biriyim, bunu da söylemekten zerre çekinmem. komünizm'in fraksiyonlarını ele alalım. marks ve engels adlı iki filozof amcamız mantıksal çözümlemeler ile bilimsel sosyalizm diye birşey ortaya atmışlar. nedir bu bilimsel sosyalizm? sınıfsız bir topluma nasıl ulaşılacağı konusunda marks ve engels'in yarattığı ve ona şekil verdiği bir çeşit ideoloji. şimdi bu ideoloji ve bu ideolojinin temel hatlarının verildiği kapital'e kayıtsız şartsız biat edenler, orada yazılanları direk doğru kabul edip sorgulayarak kendileri doğruya ulaşmayan kişiler en başta marks tarafından manifestoda gerici sosyalist, diğer bir deyişle sosyalist yobaz olarak kabul edilmiş kişilerdir mesela. gene marks'ın bilimsel sosyalizm'inin pratikte nasıl olması gerektiğini ele alan lenin'in makrsist-leninist ideolojisine de aynı şekilde kayıtsız şartsız biat da bir çeşit yobazlıktır. bu arada bir not koyalım, burdan da şu çıkartılmasın sakın; sosyal demokrat usulü kapitalizmle barış içinde mücadele etmek, onları barış yoluyla yıkmak gibi oportunist bi düşüncede filan değilim, her türlü bilginin sorgulanması gerekliliğinden dem vuruyorum yalnızca.
şu an ise sol makrsist-leninizm'den troçkizm'e, sosyal demokratlıktan hıristiyan sosyalizmi'ne, stalinizm'dem anarko komünizm'e ve hatta anarşizmi de ele alırsak anarko-komünizm, bireysel anarşizm, anarko-kapitalizm, yıkıcı anarşizm, hıristiyan anarşizmi, anarko-primitizm gibi zilyon fraksiyona ayrılmıştır. tıpkı dinlerdeki mezhepler gibi. peki bu sol fraksiyonlardan hangisi doğrudur? gerçek sol hangisi? hangisinin doğru olduğuna mantık yoluyla, tartışmalarla, sunulan argümanlar ve sorgulamacı bir anlayışla varılabilir ancak. bu doğru çoğunluğun veya azınlığın doğrusu da olabilir, bir bakıma özneldir de aslına bakılırsa (tıpkı dinler ve onları algılayış biçimimiz gibi). ancak tüm ideolojilerin dinlerden en temel farkı burada ortaya çıkar, ideolojiler kendilerini bir kutsal güce dayandırmadıkları için sorgulanabilmektedirler, bu ideolojiyi oluşturan en temel kitaplar bile eleştri bombardımanına uğrayabilir, bir kısım elbet ki buna itiraz edecek, bunu kabul edemeyecektir gene ancak işin içine mantık girdiği için hoşuna gitse de, gitmese de buna pek ses çıkartamaz, daha doğrusu bu eleştrileri ancak aynı düzeydeki argümanlarla, kaynaklarla, pratik tecrübesiyle, mantıksal çıkarımlarla bertaraf edebilir, öbür türlüsü o sürekli bahsettiğimiz ad hominem olur, duymak işine gelmediği için belaltından saldırmak, arkadan hançerlemek olur, bürütüslük olur.
ideolojilerin temeli felsefeler gibi tıpkı. gene marks'tan örnekleyelim, kendinden bir önceki kuşak efsane filozofu hegel'in diyalektiğini alıp da ''hocam sen bişey bulmuşsun ama, bunu başka tarafından anlamışsın be'' diyerek onun diyalektiğini çürütüp gene aynı hamurdan diyalektik materyalizmi çıkartmıştır. mesela aynı dönemde marks'tan habersiz dietzgen de marks'la aynı sonuca varmıştır, burdan da aklın yolu bir sözünü pekiştirebiliriz pekala.
ideolojik, bilimsel ve felsefi akımlarda gerçeğe ulaşmak tartışmalarla, kafa yormalarla yani en özetle sorgulamayla, düşünceleri veya ortaya atılan istatistiki verileri nicel ve nitel eleklerden geçirmeyle sağlanır. ancak tıpkı ideolojilerle ve feslefeyle çok benzerlikler gösteren dinlerin onlardan çok temel ve bir o kadar da keskin bir kırılma noktası vardır, sorgulamaya değil biata dayanması. gerçi buna rağmen sorgulayarak mezheplere ayrılmıştır dinler, ancak bu sorgulama da ne kadar mantıklı olursa olsun inanılan kutsal kitap'ın farklı yorumlanmasıyla oluşmuştur ancak. sonuç olarak ortada kesin ve keskin hükümler ve bu hükümlerin dayandığı kutsal bir güç vadır, siz ne kadar bunu farklı yorumlayın belli bir eşik sınırının üstüne çıkamazsınız. siz muhammed'e veya kuran'a marks'ın hegel'e dediği gibi ''ya hocam sen bişey yapmışsın eyvallah da, yanlış olmuş bu be'' diyebilir misiniz? diyemezsiniz çünkü muhammed onu direkt allah'a bağlamıştır, bunu dediğiniz zaman direk inandığınız din sizin allah'a şirk koştuğunuzu bildirir. ancak muhammed'in sözleri ve onun yazdığı (gökten indirilme tartışmalarına girmiyorum) kitaptaki ayetleri farklı yorumlayabilirsiniz. ''hocam sen bunu böyle demişsin ama birileri başka tarafından algıladı'' dan öteye geçemezsiniz.
özetle, sözlükte eurasian'dı sanırım sürekli ağzından düşürmeyen bunu; din bir dogmadır, istemeyen inanmaz. gerçek islam'ın hangisi olduğunu yalnızca allah bilir islamiyet'e göre, bu konuda hemfikirim. buna rağmen yorum farkıyla mezhepler doğmuştur ama ötesine geçemezsiniz, ve dini yani bir dogmayı mantıkla açıklamaya çalışmak, gerçek islam'ı arama çabasını mantıksal esaslarla yapmaya çalışmak en başta dinle bir çelişki içinde olmaktır. bu yazılara kayıtsız şartsız biat etmek ise insanı köleleştirmeye götürür. işte bu yüzden kayıtsız şartsız biat edenler ne kadar başka müslümanların yaptıklarını yanlış kabul etseler de özünde aynı inancı paylaştıklarından aynı kefeye konurlar, bu kaçınılmazdır. sorgulayacağım diyerek gerçek islamı yorumlamaya çalışanlar ise -bana göre- arada kalmışlardır, mantıkla dogmanın arasında sıkışmıştır bu kişiler. gerçek islam hem çok nettir, kuran'da yazar hem de muğlaktır çünkü yalnız allah bilir. böyle bir çelişki ise insan zihnini gereksiz yere meşgul eden bir sorundan ötesi değildir.