öncelikle filmi çok beğendim öyle böyle değil. herkeslerin bayılmayacağının da farkındayım ama benim için damardan girdi diyebilirim.
başrol casey affleck döktürmüş anladığım kadarıyla abisi ben affleck daha yakışıklı ve dışa dönük birisi olduğu için casey'den daha ünlü ve başarılı olmuş. yoksa oyunculukta casey bir adım önde bence.
ayrıca çok gerçekçi olduğunu düşündüğüm müthiş film.
yaz gelmeden havalar açılmadan hazır şu sıra istanbul'da yağmur varken izleyin bence böyle etkisi daha vurucu oluyor.
zaman zaman boyhood ile aynı tadı aldığımı söylemem lazım ki boyhood'da çok beğendiğim filmlerdendi.
filmi izledikten sonra zaten aklımda olan belli başlı düşüncelerimi bir daha onaylamış oldum. nelerdir bunlar efendim? ilki; önemli bir yakınını kaybettiğinde kendini verebileceğin bir işin bir de fazladan bir hobin varsa bu yas tutma sürecini daha kolay atlatırsın. bakınız: patrick babasının ölümünü ne kadar kolay atlattı çünkü hiç boş vakti olmuyordu hemen hemen.
ikincisi ise; asla çocuk sahibi olma. torun acısından sonra dünyadaki en büyük acı evlat acısıdır herhalde. daha fazla açıklamaya gerek yok filmi izleyenlere.
malum karakol sahnesinde intihar denemesi yine muazzam gerçekçi ve gerekliydi.
başta bahsetmem gerekirdi ama kapanışı böyle yapacağım filmin ilk sahnesindeki lee chandler ne kadar da neşeli, şakacı ve iyimser bir kişilik. hayatın sillesini yemek insanı dehşet verici şekilde değiştirebildiğinin bir kanıtı adeta. filmdeki en sevdiğim defalarca izlediğim sahnesi de yine bu lee ile patrick'in teknedeki neşeli konuşması ve lee'nin patrick'e manidar sorusu.
hayat hiç kimseyi 5-6 sene boyunca her şeyden vazgeçmiş, yaşayan ölü olarak yaşatmasın.