başlığı açan arkadaş referandumda evet oyu kullanmayı düşünen kişilere gayet saygılı bir şekilde, aslında çok önemli bir soru soruyor. neden 'evet' diyorsunuz?
yani anayasa değişiklik oylamasında hangi maddelerin ve hangi sebeplerle ülkenin ve demokrasinin gelişmesi için yararlı olduğuna inanıyorsunuz? eğer amacınız gerçekten ülkenin bekası ise bu soruya gerçekten de cevap verebilmeniz gerekiyor. işin özü referandumda evet ya da hayır oyu kullanacak herhangi bir kişinin buna ‘kavrayabildiği’ kadarı ile (sonuçta hiçbirimiz hukuk ve siyaset bilimi profesörleri değiliz) cevap verebilmesi gerekiyor.
eğer evet demenizin gerekçesi sadece cumhurbaşkanının size bu şekilde yapmanızı söylemesi ise; bu demektir ki siz ne özgür bireylersiniz ne de muhakeme yeteneğine sahipsiniz. bunu nasıl içinize sindirebiliyorsunuz? Öte yandan, şayet hayır diyen kesime karşı olan öfkenizden dolayı evet diyorsanız, kişisel hırslarınız yüzenden vatana ihanet ettiğinizin farkında değil misiniz? o sebeple, acil bir şekilde bir takım 'rasyonel' gerekçeler sunabilmeniz gerekiyor. En azından şu ana kadar burada olduğu gibi; hiç cevap vermemeniz, başınızı kuma sokmanız, hiçbir gerekçeniz olmadığını ve bu sebeple de ülkeye çok büyük bir kötülük yapmak üzere olduğunuzun kanıtı gibi duruyor.
Öncelikle ben referandumda hayır oyu vereceğim ve elimden geldiğince neden 'hayır' dediğimi sizlere 'gerekçelendirmeye' çalışacağım. ama üstüne basarak vurgulamak istiyorum: hayır dememin sebebi ne akp'ye, ne de size olan öfkem. çünkü biliyorum ki; söz konusu olan şey, parti ve kişisel hırslar meselesinin çok daha ötesinde. o sebeple, kendimin ‘yorumlayabildiği’ kadarı ile kararımı rasyonel bir temelde gerekçelendirmeye çalışacağım. aynısını sizin de yapmanız gerekiyor. ki böylece tartışarak, birbirimize hakaret etmeden en doğruyu bulmaya çalışalım. Şayet asıl olan demokrasidir lafınızda azıcık bile olsa samimi iseniz.
bu doğrultuda; şu ana kadar sadece bir kişi neden 'evet' oyu verdiğini gerekçelendirmeye çalışmış. Kendince, yeni sistemin demokrasiyi güçlendirdiğine ilişkin iki tane de argüman üretmiş. 1-) yeni anayasa ile birlikte veraset yerine milli irade ülkeyi yönetecek. 2-) cumhurbaşkanı meclise hesap verebilir olacak. her ikisi de son derece (aslında hatalı ama kendisine ayıp olmasın diye direk olarak böyle söylemek istemiyorum) eksik yorumlar.
öncelikle, bir demokrasiyi değerli kılan iki tane temel unsur vardır. 1. oy sistemine (yani milli irade) dayandığı için azınlığın çoğunluk üzerinde tahakküm kurmasını; yani sizin veraset olarak isimlendirdiğiniz şeyi engellemesidir. 2. ise bu sefer tam tersi olarak; çoğunluğun azınlık üzerine tahakkümünü engellemesidir. yani gerektiğinde çoğunluğa karşı azınlığın ve diğer sosyal grupların en temel haklarını yasalar ile güvence altına almasıdır.
bu da demektir ki; demokrasi=milli irade=en çok oyu alan parti= parti başkanı denklemi demokrasinin en içi boş ve güdük tanımıdır. yani sadece 1. unsuru yerine getirip, ikinciyi tamamen dışlamak demektir. Bu ise çok kolay bir şekilde; yüzde 51'in, geri kalan yüzde 49'un haklarını keyfi olarak tamamen gasp etmesine, onları dışlayan politik ve ekonomik bir düzenin kurulmasına ve bu doğrultuda 'ayrımcı' bir hukuk sisteminin yaratılmasına neden olur. Demokrasilerde artık içsel olarak yasama, yürütme ve yargı erklerinin birbirinden ayrılması, işte tam da bu sebeple gereklidir zaten. çoğunluğa (yani yürütme yetkisine sahip olan partinin) 'diktatörleşmesini' engellemek, bu sayede de, siyasal bir ‘dengenin’ kurulmasını garantilemek için.
peki bu kadar kritik bir öneme sahip mekanizma (yasama-yürütme-yargı ilişkisi) yeni sistemde güçleniyor mu yoksa zayıflıyor mu? bizim tartıştığımız konu açısından en kritik soru bu. şimdi bakalım. öncelikle yürütme ve yargı arasındaki ilişkiden yorumlaya bildiğim kadarı ile bahsetmeye çalışayım.
tasarlanan yeni sistemde, hepimizin bildiğini gibi partili cumhurbaşkanlığı geliyor. peki ne demek bu? Aslında bahsedilen şey; cumhurbaşkanının seçildikten sonra partisi ile ilişkiği kesilir maddesinin son bulması, yani aynı anda o kişinin hem cumhurbaşkanı hem de parti genel başkanı olmaya devam edebilmesi demek. bu ise; önerilen pakette (anayasanın 98., 101, ve 104. maddelerinde yapılan değişikliklerle) cumhurbaşkanının, milletvekilleri ve bakanları atama, gerektiğinde meclisi feshetme ve yeniden seçime gitme, bütçeyi ayarlamak gibi yetkiler elde etmesi anlamına geliyor.
ayrıca cumhurbaşkanın yargılanabilmesi için, meclisin 2/3'ünün oyunun (400-600) gerekli olduğu gibi bir düzenleme geliyor. aslında olan şey oldukça açık; cumhurbaşkanı (aynı zamanda parti başkanı sıfatı ile birlikte) bir yandan meclisin çok büyük bir çoğunluğunu kendisi atıyor (ki böyle bir durumda 400 milletvekilinin, cumhurbaşkanının gerektiğinde denetlenebilmesi için onayının alınması zaten kendi başına imkansız), diğer yandan da kendisinin ‘hoşlanmadığı’ bir durum olması durumunda ise hiçbir gerekçe göstermeden meclisi feshetme kartına başvurabiliyor. Aşikar ki; milli iradenin temsil edildiği yegane yer meclisin kendisidir. bu şartlar altında gerçekten milli iradeye karşı sorumlu bir cumhurbaşkanlığı sisteminin ortaya çıkabileceğine nasıl düşünebiliyorsunuz?
işin yürütme-yargı kısmına geçtiğimizde ise, durum daha da kötü bir hal alıyor. Yeni sistemde hsyk'nın 13 tane üyesinin olması kararlaştırılıyor. bu kurulun; 4 üyesi zaten doğrudan cumhurbaşkanı tarafından atanıyor, bir tanesi ise adalet bakanlığı müsteşarı. Kalanların 7 tanesinin ise meclis tarafından atanması söz konusu. yani (aynı zamanda parti başkanı da olduğu için) cumhurbaşkanı tarafından bizzat ‘görevlendirilen’ vekiller tarafından. öte yandan, anayasa mahkemesinin 15 üyesinin 12’si doğrudan cumhurbaşkanı tarafından atanıyor.
bu da özünde demektir ki; yargı her yönü ile cumhurbaşkanına (başbakının olmadığı sistemde yeni yürütme gücü olarak) bağlanıyor. yani diyelim ki; bir imkansız gerçekleşti ve 400 vekil cumhurbaşkanının bir yolsuzluktan dolayı yargılanmasına karar verdi. bu kararın, bu sefer de hsyk ve anayasa mahkemesi tarafından onaylanması gerekiyor ki imkansız. yani cumhurbaşkanına, kendini koruması için çok güzel bir sistem getirilmiş oluyor. bu sebeple, arkadaşın bahsettiği ülkenin yüzde yüzünün/milli iradenin (temsilcisi olarak meclisin) ülkeyi yönetiyor olacağı iddiası tamamen geçersiz. Söz konusu olan; bütün gücü elinden alınmış ve yetkisinin tamamını ‘yüzde 51’ tarafından seçilmiş tek bir kişiye bırakan bir meclis.
arkadaşın bahsettiği bir diğer nokta ise; yeni sistemle birlikte verasetin tamamen ortadan kalkacağı, yani türk siyasi hayatında bir ‘sivilleşmenin’ gerçekleşeceği iddiası. açıkçası bu argümanın da (aynı bir önceki gibi) içi tamamen boş. öncelikle 'atanmışlara' karşı devletin sivilleşmesinin ön koşulu; ülkenin ‘tamamının’ temsilcilerinin devlet kademelerinde temsil edildiği bir siyasi yapının olmasıdır. eğer yüzde 51'e sahip olan kesim tek başına bütün devlet dairelerini ‘mobilize’ ederse, bu sivilleşme değildir. 'çoğulcu' demokrasi anlayışının hiçe sayıldığı, sivil ya da parti diktatoryasıdır. sonuç ise 'yeni bir' veraset rejiminin yaratılmasından başka bir şey değildir.
bu zaten türkiye'de, akp hükümeti politikalarının altında bir süredir devam eden bir süreç. balyoz-ergenekon davaları, 2010 referandumu ile hsyk'nın yapısının değiştirilmesi, yaş kararları, ohal ve khk'lar vs. aracılığı ile, türkiye'de bir süredir var olan devlet ve askeriye sınıfı yerlerinden ediliyor ve yerine ak partinin atadığı kişiler geçiyor. peki yeni anayasa taslağı var olan bu eğilimi azaltıyor mu yoksa arttırıyor mu? türkiye'deki demokrasinin geleceği için sormamız gereken asıl soru bu.
burada önerilen paketin 11. Maddesinin; var olan anayasanın 104. maddesinde yaptığı değişiklik ile birlikte, cumhurbaşkanına ‘kontrolsüz’ bir şekilde kararname çıkarma yetkisi verdiğini görüyoruz. yani eski sistemde meclis onayı ile, kısıtlı bir süre için ve kısıtlı bir konuya ilişkin verilen khk çıkarma yetkisi, yeni sistemde; ‘yetki kanunu’ ve ‘tbmm onayına’ gerek duyulmadan ve bakanlar kurulunun elinden alınarak, cumhurbaşkanına devrediliyor. bu düzenleme ise (bugün de yaşadığımız gibi) devlet personellerinin bütün temel hakları hiçe sayılarak görevlerinden alınması, yerine ise cumhurbaşkanının görevlendirdiği 'seçilmişlerin' gelmesi anlamına geliyor. (basın ve ifade özgürlüğü açısından taşıdığı tehlikelerden bahsetmiyorum bile). bu çok açık bir şekilde, demokratikleşme, sivilleşme filan değil bir kişi düzlemine indirgenmiş parti diktatoryası-veraseti kurulabileceği anlamına geliyor.
ben burada elimden geldiğince yeni anayasa değişikliği teklifinin, neden demokrasi getirmekle uzaktan yakından bir alakasının bulunmadığını ve 'hayır' denmesi gerektiğini açıklamaya çalıştım. elbette bu sadece benim yorumum ve tartışılması gerekilen (ve benim de öğrenmem gereken) daha birçok madde ve değişiklik var. bu sebeple, daha doğruya ulaşabilmemiz adına (ve benim de son derece dikkat ettiğim üzere hakaret filan etmeden) evet oyu verecek arkadaşların kendi nedenlerini çok merak ediyorum. dediğim gibi eğer vermeyi düşündüğünüz evet oyunu; demokrasi açısından getireceği bedellere aldırış etmeden, bir kişiye olan aşırı sevginizden veya diğer kesimlere karşı olan hırslarınızdan dolayı veriyorsanız, bu ülkeye çok büyük bir kötülük yapmak üzeresiniz. onun dışındaki gerekçelerinizi gerçekten dinlemek isterim. çok uzun olduğunu biliyorum. onun için üzgünüm gerçekten. Sağlıcakla.
edit: hala bir argüman üretmiyorsunuz. ben yukarıda elimden geldiğince, siyasi iradenin 'yeni veraset' olduğunu, başkanlığın da bunun son halkası olduğunu anlatmaya çalışıyorum. siz ise; yeni sistem ile yüzde 51'in oyunu alanın, yüzde 100 üzerinde denetimsiz tahakküm kurabileceği siteme evet diyorsunuz. 'yani bir verasetin-diktatörlüğün diğeri ile değiştirilmesinde' hiçbir beis görmüyorsunuz. yeter ki başlayan şey sizin diktatörlüğünüz olsun. bundan da benim anladığım şey; amacınızın demokrasi filan olmadığı. aksine kavramın, en kısıtlı olarak tanımlanmış şeklini kendin amaçlarınız için araçsallaştırmaya çalışıyorsunuz. 1982 anayasası demokratik bir sistem değil, bu herkes için aşikar. ama siz bunu daha da az bir demokratik hale getirmek için çabalıyorsunuz. yukarıda nedenlerini 'kendi okuduğum şekli ile' yazmaya çalıştım zaten. şayet amacınız gerçekten demokrasi olsaydı, gerçek bir sivilleşme için uğraşır, partinize gerektiğinde "biz çoğunluğun diktatörlüğünü değil, eşitlik istiyoruz" derdiniz. ama siz alkışlamayı tercih ediyorsunuz. öte yandan sermayeye biat etmeyen bir hükümet demişsin ki; bu başlı başına çok gülünç. türkiye tarihinde işçinin, çalışan haklarının iyice kısıtlandığı, sermayeye milyonlarca doların peşkeş edildiği en yegane dönem ak partili yıllarda yaşandı. sonuçta; kemal derviş'in 2001 yılında IMF ile birlikte tasarladığı planı koşulsuz bir şekilde uygulayan bir partiden bahsediyoruz. kısacası bahsettiğiniz şeyler, bence 'zaten kısıtlı' olan demokrasiye düzeltmek/geliştirmek bir tarafa, iyice altını baltalıyor. merak ediyorum başka ne gibi argümanlarınız var?