küf

entry16 galeri
    5.
  1. küf/çürüme. işte sadık yalsızuçanlar hiç adlı teatral dersinde ışık tutmuş. gerçi ışık demek biraz hafifsemek gibi olur yazdıklarını en iyisi biz ona deniz feneri diyelim. ne de olsa savrula savrula yaşıyoruz hayatta ve elbet batınca küflenip/çürümeye başlayacağız demektir bu. harbiden gidiyorum bu... bir saniye başdönmesi mi bu. evet evet öyle olmalı. hımm küf kokusu bir de. ne demiş alper kamu 5 yaş insanın men olgun çağıdır, sonra çürüme başlar. sanıyorum bu kokunun sebebini açıklıyor biraz.

    Sabah olunca kar taneleri gibi şehre ulanan yollara düşüyoruz. Oysa gece
    kendimizi dünyayı çekip çevirecek güçte bırakmıştık yatağa. 'iblis kimdir?'
    diye sorulunca faka basıyoruz. Zayıf bedenli, solgun yüzlü ve ince boyunlu
    bir melek, kulağımıza eğiliyor, fısıltıyla, çürümekten söz ediyor. Evimizde
    yalnızlığa düşemediğim bir mazgal. Teknoloji tütüyor. Halıdaki geleneği
    koklayamıyorum. Konuşunca musiki, yazınca hat gibi çizemiyorum ruhumun
    açık uçlarını. Sokaktan evime çürük sızıyor. Beynimdeki uğultuyu geceye
    taşıyor, kendime uygun bir sevinçle uyuyamıyorum. Bir korkuyu diğerine
    kavuşturan üst geçide, elinden sımsıkı tuttuğu çocuğa yabancı bir kadın
    giriyor. Şeytanın hayali gibi histerik bir gülümseyiş var yüzünde.
    Geçidin ortasında dünyayı sevmenin manzarası görülüyor. Bu halimle
    dokunduğum her şeyi yakıyor, dokunduğum her şeyle yanıyorum. Dev bir
    balığın karnında ses geçirmez zarla çevriliyim. Gölgemi izliyorum. Bu ürküyle
    soluksuz kalıyorum. Dışardaki küflü hava genzimi yakıyor. Adımbaşı utanmaz
    bir teşhirci yolumu kesiyor. Elinde her şeyi görüntülediğini sanan bir aygıt
    var. Bu gazete, bu kamera, diyor, ikisi birbirini yiyor. Gözlerimle düşünmenin
    yollarını arıyorum. Kaskatıyım. Resim ve ses. Bir kıskaç. Kirli ve çırılçıplak.
    Sanatı gereksinmeyen velileri düşünüyorum. Dilinden düşürdükleri her söz
    anlamı tutuşturan olağanüstülükler. Sesleri uyum kokuyor. Dilleri buram
    buram merhamet terliyor. Buharlaşan bir sevgi denizinde yüzüyorlar. Onlarsız
    bırakılan her kare çirkinleşiyor. Dalgınlığıma çarpan sesle uyanıyorum. Üstgeçidin
    altından kirli ışıklar akıyor. Sahte bir güneş zehirliyor onları. Caddenin
    yüzeyinde kabarcıklar. Yanıp yanıp sönmeleri bir şarlatanın buyruğuyla
    koşuştuklarını anlatıyor.

    Ona bakınca her resmin mutlakcı ve kuşku dolu `bir kopyası olduğunu
    düşünüyorum`. Kopyalandığında kuşkunun resmi...Elindeki aygıtta kadını
    soyan, yiyip bitiren canavarın homurtusunu duyuyorum. Aygıtı, icad edenin
    yüzüne çarpıp tuz buz ettiğimde mini eteğiyle bedenini ikiye bölen genç kızın
    hangi çocuğa gebe kalacağını söyleyebileceğim.
    Ayağımın altında çöl gibi yatan karanlığa basarak evime dönüyorum. Kendi
    payına düşenle yetinmeyen her yolcu benim gibi yapıyor. Yanıp yanıp
    sönüyor. Bu geçitten geçiyor. Ölüm gibi. Bir iz bırakıyoruz dünyaya. Durağa
    gelince korkularla gerilmiş yüz hatlarına dokunuyorum. Yılgın, umutsuz ve
    çocuksu kalabalık. Ölümcül bir yalnızlık hayali kokuyor bilinçaltında. itişip
    kakışma. Küf kokusu. Kapıldığımız çevrim. Bu çevrimde dönüp duruyoruz
    akşama değin. Soğuk, kaskatı binalar. Koridorlarda karınca gibi çalışıyor
    görünen hayaletler. Koşuşan müdürler, amirler, memurlar, telefonlar, masalar,
    çekmeceler, teslim tesellüm belgeleri, makbuzlar....Oyun oynuyor ve
    inciniyor, incitiyoruz. Gayrımeşru sorular savuruyoruz boşluğa. Bu anlaşılması
    güç lehçeyi neden mi kullanıyorum? Sevgilimle aramızda haber taşıyan sabah
    rüzgarı esmiyor artık. Birbirini görüntüleyerek çoğaltan iki hayalete benziyoruz.
    Ağlıyor, hışımla yok ediyoruz hüznümüzü. Merhametsizce acıtıyoruz
    kanayan yerlerimizi. Sadi'nin Sümenat'ta gördüğünü söylediği put bu olsa
    gerek. Yanımda oturan, çizgili, küf yeşili gömleğinin aşınmış yakasına morcivet
    gravatı acemice iliştirmiş, muhtemelen Milli Eğitim Bakanlığı'nda şube
    müdürü olan orta kırattaki adama, 'bakın bayım' diyorum işaret parmağımı
    doğrultarak. Bir yüzüme, bir işaretlediğim yöne bakıyor. Cam buğulanmış,
    bayıltıcı bir cızırtıyla geçen zamanı örtüyor. Bu yalancı çevrimde parçalanan
    resimler, perde arkasından birinin çektiği gizli iple bazı hareketler yapan
    ve acayip sesler çıkaran putlara benziyor. Çoğaldıkça küçülüyor, küçüldükçe
    çoğalıyorlar. `Alemin bir insanın kalbine sığabildiğini söyleyen bir meczup var
    içerde`. Kalabalığın küfünü taşıdığını söylüyor. Sarhoş mu, çılgın mı olduğunu
    anlayamadan gözden yitiyor. Geçitten inince karşımıza ilköğretim okulunu
    çevreleyen istinat duvarı çıkıyor. Az ileride benzinlik, yanında ahşap, iki katlı,
    metruk bir bina ve onu kuşatan her nasılsa ağaçlar...ince, uzun bir yol
    ve meydan açılıyor. Kızılay Meydanı'nı andıran bu düz, geniş alanın yüzeyi
    yumurta kabuğu gibi pürüsüz. Gizlerin açığa vurulacağı gün olsa gerek.
    Kargaşadan uzak görünen bu dekoratif tasarımda ansızın karşımıza korku
    ve acıyla inşa edilmiş görkemli bir darağacı çıkıyor. Dudaklarından sızana
    bakılırsa az önce kan içmiş olmalı. Vampir...Kalbi özenle yok edilmiş.
    Aklı, yüreği, bilinci olmayan bir aygıt. Yanında ikramiye dağıtan bir oda
    bulunuyor. Korkuyla bekliyoruz. ister istemez çağrılacak, ya ikramiye biletimiz
    tutuşturulacak elimize veya darağacında sallandırılacağız. Korkuyla
    beklerken kapı açılıyor ve iki hareketli resim beliriyor: Biri yarı çıplak,
    alımlı bir kadın, parmaklarından zehirli bal damlıyor. Diğeri aldatmaz ve
    aldanmaz bir adam, kelimelerinde tılsım saklıyor. `Size bir söz getirdim
    diyor, okursanız kurtulursunuz`. Hem balı yiyip hem darağacından kurtulmak
    isteyenler atılıyor iştahla. Hayalkıran bir duvara çarpıp parçalanıyorlar. Her
    parçası acı çekiyor, her parçası darağacında sallandırılıyor. `Kudurgan bir
    iştahla kendimizi azaltıyor, yenilerini katıyoruz aramıza`. Bugün Pazartesi.
    Yine içsiz bir kabuk gibi evden çıkacağım. Aynı patikadan geçecek aynı geçide
    uğrayacak, aynı durağa gidecek, aynı otobüse binecek, aynı küf kokusunu
    soluyacak, aynı soruları soracak, aynı kadını, aynı sarhoşu, aynı rüyayı
    göreceğim. Yürüdükçe uzayan bir yola girdiğim farkındayım.
    2 ...