insanların hayatları iklimlere benziyor. bazıları dört mevsimi yaşarken hayatı boyunca, bazıları da ya güneşin kavurucu sıcağında suya hasret kalıyor, ya da 0'ı bile nadiren gören amansız bir soğukla mücadele ediyor. ben de karasal iklimin bodur bitki örtüsüne mahkummuşum gibi hissediyorum bu aralar. ya toprağın verimsizligi ya da iklimin dengesizliği ile bir türlü büyüyüp yeşeremeyen bodur çalılar gibiyim.
benim pek pembe hayallerim yoktu, hatta hayal diyebileceğim tek isteğim biran evvel bu ülkeden gitmek. onaysa cesaretim yok.
çevremede ki insanların eksisi sanırım belli bir renge sahip olmayan ama her rengi de içinde bulunduran alacalı hayallere hapsolup kalması. hiçbir şeye sahip olamayıp her şeye benim diyebildiğimiz sanrılarla avutup duruyoruz kendimizi.
metro,otobüs, dolmuş,sokaklar,caddeler tıklım tıklım yalnızlık kokuyor. o sıkışıklığa rağmen kimsenin yalnızlığı kimseye değmiyor. bir çok amaç uğruna kosusturup duran binlerce amaçsız insan...
ağlayan, ağlatılan üzülmüş bir kadın gördüğümde ise canım acıyor.
göğüs kafesimde bir ağrı var, nefesim daralıyor. müsait bir yerde inecek var!