Ondan ayrıldığım akşam, hayatımın en büyük kumarını oynadığımı henüz bilmiyordum…
Tek bildiğim; mahpusu olduğum gölgeler, gölgelere sinen karanlık ve bu karanlığın içinde anlatılan bir anlamsızlık menkıbesiydi…
***
Ekseni kaymış bir gerçeklikten aleladeliğe döndüğümde karşıma, günümüzün vücut modasını yakından takip eden geniş kalçalı ve ince bacaklı bir kız çıkmıştı. On gün içinde dört farklı ülkede, altı farklı şehirde geçirdiğim günlerin akabinde etrafa anlamsız ve kibirli bakışlar satan kız oldukça çekmişti dikkatimi…
Elindeki kredi kartını kasada duran özel sektör kölesine uzatarak, ‘‘Pardon, ben bir tane non fat tall latte alabilir miyim?’’ dedi.
Kölenin sessiz onayının ardından gururla aldığı kahvesine bir adım daha yaklaşan kız kaçamak bakışlarla beni izliyordu. Ben ise kaçırmamıştım gözlerimi. Kahvesini almayı bekliyorken, o bir dakikalık süreyi de yalnız başına geçirememiş, telefonuna esir olmuştu. Geniş kalçalarıyla gülen gözleri arasında kaldığımda düşündüğüm tek şey rüya gibi gelen bu anlamsızlık mabediydi. Evet, yalnızca boş bakan ve çaresizce gülümseyen bir kız yaratmıştı bu hissiyatı…
Acaba o da benim gibi düşünüyor muydu, soruyor muydu kendisine, istisnasız sorduğum soruları?
Kim bilir…
Belki de okula gelmeden önce, bir iki instagram paylaşımı yaparak ders çalıştığını duyuruyorken çarpmıştı kulaklarına, hiç bilmediği bir âlemde kaybolduğu gerçeğinin sedası…
Kim bilir…
Belki de yalnızca egosunu onarmak için arzulara davet ettiği çocuğa iyi geceler dediğinde gelmişti aklına, bu dünyada bulunma nedeninin soğuk ve karanlık düşüncesi…
Kim bilir…
Belki de gece nedensizce ondan ayrılan sevgilisini düşünerek uyumuştu ve gülümseyerek meydan okuyordu ayrılık acısına…
Gözlerimin önünde, neler düşündüğümün farkında olmadan kahvesini yudumlayan kızın aslında hiçbir önemi yoktu. Tek suçu, bana tamamıyla farklı ve geçmişimi avucunda tutan çok değerli birisini hatırlatmasıydı…