Fetih ordularının manevi ve sosyal kolu olan bu sufi dervişler hem gazidirler, kâfirlere karşı gaza yapmışlardır, hem de son derece hoşgörülü, dogmatizmden uzak, sevecen insanlardır. Balkanlar’daki Pax Ottomana’nın sosyal ve kültürel dayanaklarından birinin bu tarikatlar olduğu muhakkaktır.
Ahmed Yesevi ve HacıBektaş Veli hazretlerinin Anadolu ve Balkanlar’daki “çerağ”ları olan şeyh ve dervişlerin temsil ettiği bu manevi ve sosyal değerler sayesinde Bektaşilik, Türk kültürünün yayılmasında çok önemli bir rol oynamış, Osmanlı tarafından da korunup desteklenmiştir . Bunun bir örneği, Budin (Budapeşte) fethinde şehit düşen Gülbaba’nın cenaze namazını Ebussuud Efendi’nin kıldırması, namaza bizzat Kanuni’nin katılması ve Kanuni’nin emriyle Gülbaba Türbesi’nin yapılmasıdır.
Macaristan’daki önemli Osmanlı eserlerinden biri olan Gülbaba Türbesi, Türkiye Cumhuriyeti hükümeti tarafından restore edilerek 3 Eylül 1997’de Türk ve Macar cumhurbaşkanlarının katıldığı resmi törenle ziyarete açılmıştır.
Şeriatın kurallarından ve kelamın (teoloji) ince tartışmalarından ziyadeAllah, Muhammed, Ali ve Ehl-i Beyt sevgisi, iyilik, dayanışma, hoşgörü, diğerkâmlık gibi değerlere dayalı bir sevap duygusuyla birlikte, cihat ve gaza heyecanına dayalı tarikatlara çok genel bir terimle “sufi tarikatlar” denilmektedir. Alevi ya da Sünni denilsin, bu tarikatlarda aslolan tasavvuftur, sufiliktir, mistisizmdir. Bu “derviş gaziler” ve “bacı”lar sufi islam’ın insanlarıdır, sufi Müslümanlardır.
Sufi hareketler standart bir tip oluşturmayıp çok çeşitlidir. Birtakım “marjinal” gruplara da sufi denilmektedir. Kentli, rafine, belli bir “irfan” ve “edep” geliştirmiş, entelektüel düzeyi yüksek, kültürümüz ve sosyal dokumuz için büyük katkılarda bulunmuş sufi tarikatlar da vardır ki, bunların hemen tamamının kökeni Türkistanlı Hoca Ahmed Yesevi’dir. Sünni nitelikli Mevlevilik ile Alevi nitelikli Bektaşilik hem entelektüel ve moral bakımından, hem tarihi etkileri bakımından tarikatların en önemlileridir.
Sünni Osmanlı, başta bu ikisi olmak üzere, bütün sufi tarikatlarını desteklemiştir. Prof. Metin Kunt şunları yazıyor: Hoşgörüleriyle, dogmatik-olmayan ve coşkulu islam anlayışlarıyla bu, ister kentli ister kırsal kökenli, sufî tarikatları gayrimüslimlerin islamı kabul etmesini kolaylaştırmışlardır. Ya da en azından, dinî olduğu kadar sosyal amaçlı birliktelikler sağlayarak, karşılıklı saygı içinde yakın ilişkilerle bir arada yaşamayı kolaylaştırmışlardır. XIX. yüzyılda milliyetçilik cereyanları çıkıncaya kadar, devletin en zor dönemlerinde bile Balkanlar’da Osmanlı nizamına (Pax Ottomana) karşı Hıristiyan toplumların önemli bir ayaklanmaya yönelmemiş olmalarındaki sebeplerden biri de budur.
Çoğunluğu kesinlikle Yesevi ve Bektaşi olan bu dervişlerin Balkanlar’daki faaliyetlerini böyle anlatan Prof. Kunt, devletin tavrı konusunda da şunları yazıyor: Bunların işlevini takdir eden Osmanlılar, bu tarikatlara arazi bağışlayarak Balkanlar’da yayılmalarını teşvik etti. Bir bütün olarak baktığımızda, Müslümanlar kibirli istilacılar olarak değil, fakat çok defa hoşgörülü, zaman zaman da sevecen komşular olarak belirdiler .
Bundan başka devletin geliştirdiği üreticiyi koruma politikaları da Balkanlar’daki Osmanlı idaresinin uzun ömürlü olmasını sağlamıştır, ama bu ayrı bir konudur.