the pianist

entry231 galeri video4
    190.
  1. Önceleri ismini sık sık nitelikli bildiğim kişiler tarafından duyduğum, methedilen bir filmdi. izlemeye başlamadan önce şunu sorup üzerinde bir-iki dakika düşünmüştüm, "Bir piyanist savaş esnasında hâlâ sanatı ile ilgili herhangi bir şeyi düşünebilir mi? Evet birazdan acı dolu sahneler göreceğim ama bu tür bir sanatı nerede hissettirecek Polanski?" Filmi izledikten sonra bir "Vay be..." kaptı benden açıkçası, Filmin ana konusu ile ilgili birçok film çekildiğini herkes bilir ama bu filmde farklı hissettirebilen bir şeyler vardı. Bir fakirin veya bir zenginin, bir tüccarın, bir devlet memurunun, bir askerin gözünden değil, bir sanat adamının 'hislerinden' gösterildi bu sefer.

    Szpilman'in -Janusz Olejniczak çalıyordu aslında- piyanonun tuşlarına her dokunuşu o kadar güzeldi ki, filmden sonra çalınan eserleri indirdim hatta. Şu an arka planda çalıyor, içimde garip-güzel bir his var.
    Adrien Brody, karakterle o kadar bütünleşmiş ki, kameralar yok ve siz hayatını canlı bir şekilde izliyorsunuz sanki. Açlıktan ölmek üzere olduğu anlarda piyanodan alıyor hayat kaynağını sanki, basarken tuşlarına hayatın, yüzünde doygunluk hissi beliriyor. Bunu çok net bir şekilde gördüm, olağanüstü bir oyunculuk sergilemiş, diyecek yok.
    Bu konuda filmler çekilirken, Yahudiler çekiyorlarsa kendilerini, Almanlar çekiyorlarsa kendilerini iyi gösterecek şekilde çekiyorlar. Filmde, Polonyalı Yahudi askerler, tıpkı Nazi askerleri gibi kendi halkına eziyet ediyorlardı. Her ne kadar Yahudilerin durumunu göstermek istese de objektiflikten uzaklaştığı söylenemez filmin, zaten sürpriz eleman Alman Subay Hosenfeld'ın karakterimize yardım etmesiyle de anlıyoruz tarafgirliğin minimuma indirildiğini.
    Szpilman'in savaşmayarak kaçması durumu da ince bir mesaj veriyor kanımca. "Şerefli ölmek-yaşamak" görecelidir. Kabaca; bir askere sorarsanız, "Vatanımı savunurken ölmektir." diyecektir. Bir doktora sorarsanız, "Ettiğim yemin adına, insanların hayatlarını onlar için yaşanılabilir hâle getirmektir." diyecektir. Bir öğretmene sorarsanız, "iyi insanlar yetiştirerek yaşamaktır." diyecektir. Bir Piyaniste sorarsanız, "Sanatım uğruna çok şeyi feda edebilmek, sadece mutlu olduğum zamanda değil, hayatımın her alanında sanatımı icrâ edebilmektir." diyecektir. -ki bunu filmde fazlasıyla gördük- Filmde sanatın, -müzik adına- sadece "Do-re-mi-fa-sol," olmadığını, sanatın insanı -belki de- yaşatabileceğini ince bir şekilde vermiş. Hem, savaşı çok güzel bir şekilde aşağılamış. Pencere pervazında Yahudiler'in ölümünü izlediği sahne, "Sonuçta öldüler ne işe yaradı yaptıkları?" diyor Szpilman, kadın da "Şerefleriyle öldüler bu işe yaradı." diyor. iki yönden değerlendiriyorum bunu, orada hürriyeti için ölümünü göze alarak kaçmaması, savaşması gerekirdi. Diğer yönden, savaşı ve savaşı dogmatik görüşlerle yorumlamanın belini kırmak adına kaçarak, yaşamak isteyerek, umut, cesaret gibi duygu ve olguları veriyor. Filmde bir piyanistin gözünden anlatılmışsa olay, tabii ki durumlar değişecek, hisler değişecek, şerefli yaşamak olgusu da ona göre şekillenecek. Savaştan; Nazilerden, Yahudilerden öte şeyler anlatıyor film. Sonlara doğru, şu replik çok aslında filmin en kısa özeti
    "Neden o Alman paltosunu giyiyorsun?
    "Çünkü üşüyorum... " Dedim ya, savaştan öte bir şeyler anlatıyor, kimsenin ölmesini istemiyordu piyanist...

    Filmdeki acı dolu sahnelerin yanında, albayın nezaretinde, Chopin Ballade no. 1 op. 23 in G minor'ü çalarken resmen ağzı kapalı çığlıklar atıyor Szpilman. Diğer müzikal sahneleri de çok beğendim fakat orada tüylerim diken diken oldu resmen.

    Sonuç olarak filmi beğendim, savaşı bir tarafın haklılığını göstererek anlatan klasik filmlerden farklıydı. Karakterler, özellikle esas adam, kurguyla bütünleşmişti.
    6 ...