erkekler yalnız kaldı;
son geçen bisikletlerin hızlarını gözlüyorlardı.
kadınlar yalnız kaldı;
japon yelkenlisinde bir çocuğun ölmesini bekliyorlardı.
erkeklerle kadınlar yalnız kaldılar;
cançekişen kuşların açık gagalarıyla, düşlere dalarak,
yeni çiğnenmiş kurbağayı
delip geçen sivri şemsiyeleriyle
güdük su ağızlarının altında
bin kulaklı bir sessizliğin,
ayın şiddetli saldırışına
direnen dar sokaklarda.
ağlıyordu yelkenlideki çocuk, yürekler paralanıyordu,
her şeyin tanıklığından, uyanıklığından kaygılı
hâlâ kara kara işlerin kaldığı göksel kaldırımlarda da
karanlık adlar, nikel ışınlarla tükürükler haykırıp durduğu için,
son iğneyi çaktıklarında susması önemli değil çocuğun,
pamuk taçyapraklarında yelin rotası da önemli değil
bir ölüm dünyası vardır çünkü, kendilerini kemer altlarında
------- gösteriverecek,
ağaçların arkasında kanınızı donduracak, değişmeyecek
------- denizcileri olan.
boştu aramak yolda, gecenin
yolculuğunu unuttuğu girintiyi.
pusuda beklemek, paçavrasız,
kabuksuz, ağıtsız bir sessizliği,
örümceğin minicik şöleni bile çünkü
bütün göğün dengesini bozmaya yeter.
ne japon yelkenlisindeki iniltiye çare bulunur,
ne de dörtyol ağızlarında ayağı takılan bu gizli kapaklı
------- adamlara.
köklerini hep bir yere toplamak için kuyruğunu ısırır kır,
otların arasında sürü, doyundurulmamış, uzanmak özlemini
------- arar.
ayışığı; polis memurları; transatlantik düdükleri;
kıldan, dumandan ev yüzleri: şakayıklar, çamsakızı eldivenler.
gece içinde her şey kırık, her şey yırtık,
sessiz, korkunç bir çeşmenin.
ey baylar; ey kadıncıklar; ey askerler;
budalaların gözlerinde yolculuk etmek gerekecek,
gözü kamaşmış uysal kobraların tısladığı açık alanlarda,
en serin elmaları üreten kurganlarla dolu topraklarda,
gelsin diye ölçüsüz ışık,
korktuğu varlıkların büyüteçlerinin arkasında,
bir yanı zambak bir yanı fare bir tek vücudun kokusu,
bir iniltinin çevresinde işeyebilen bu kalabalığın yanması için;
yahut hiç tekrarlanmayan dalgaların yuvarlandığı ince
------- kadehler içinde.