dostluk kavramı

entry3 galeri
    1.
  1. Selam. Bugünkü konu dostluk. içimde hep eksikliğini hissettiğim bir kavramdır. Bilemiyorum, ya kimse çıkmadı dost olarak karşıma ya da ben kimseyi yaklaştırmadım kendime. Hayatın hep sillesini yemiş biri olarak insanlardan da çok darbe yedim. Beni anlayan pek insan çıkmadı karşıma. Sonrasında ne oldu? Yalnız kaldım diyemem. Çok şükür sevdiklerim oldu ama bir dostum hiç olmadı. Kendimi yakın hissettiğim arkadaşlarım tek tek gerçek yüzlerini gösterdiler bana. Kaçtım, dostluk kurmadım onlarla. Ya da kurmamak için kendimi engelledim. Bu davranışımın altında yatan nedeni bilmiyorum ama insanların farklı yüzlerini gördükçe kaçtım. Her neyse. Bir film izlemiştim eskiden. Eski bir filmdi. Severim eski filmleri. Adı Kader Bağlayınca. Orijinal ismi The Defiant Ones. Oyuncularından Sidney Poiter oskarı alan ilk siyahi oyuncu.

    Filmin teması dostluk üzerine kurulmuş. Geçen gün karşıma çıktığında tekrar izledim keyifle. Ama bir şey dikkatimi çekti. Bu film Amerikan yapımıydı. Şu an herkesin diline pelesenk olmuş kirli Abd, katil abd lafına ters bir filmdi. Bilemiyorum yapımcılarını, yönetmenlerini ayrıntılı araştırmadım ama siz kolayca ulaşabilirsiniz. Bu film Amerika yapımı olmasına rağmen iyi niyetlerle yapılmış gibi. Genelleme yapıyorum biliyorum ama Amerika şeması kafamda öyle bir yer almış ki onlardan iyi niyetli bir şeyler bekleyemez olmuşum. Geçen bu filmi izleyince fark ettim ki iyi mesajlar veriyor. Siyahi ve beyaz iki mahkum filmin başında birbirlerine zincirle bağlı. Ama bağlılıkları sadece zincirle bağlılık. Beyaz adam da ırkçılıktan hafif de olsa nasibini almış biri. Filmin başında mahkumları taşıyan araç kaza yapınca kaderin birbirine bağladığı iki mahkum kaçıyorlar. Yolda başlarına gelen hikayelere birlikte tanık oluyoruz. Hala ırkçılığın devam ettiği Amerikanın durumunu gözümüze seriyor bu film. Nereye gitseler siyahi eziliyor, öteleniyor. Yolları bir çiftliğe düşüyor.

    Çiftlikte ırkçılıkla karşılaşıyor siyahi kardeşimiz. Oğluyla birlikte yaşayan bir kadın sadece beyaza yemek getiriyor. Beyaz kardeşimiz de biz iki kişiyiz diye uyarıyor kadını ve bunu söylemesi üzerine ona da yemek geliyor. Kadın soruyor senin bununla ne işin var diye. Siyahi olanın halini düşünün. Onun o güçlü görüntüsünün altında masumane duruşu ve ezilmesi etkiledi beni. Her neyse, bu birbirine bağlı iki mahkum birbirlerini başta sevmiyor. Nefret ediyorlar hatta kavga ediyorlar.

    Ama zaman geçtikçe birbirlerine bağlanıyorlar. Tabi bağlanmalarını bir olay ateşliyor iyice. iki mahkum çiftlikte kalırken beyaz adamla çiftlik sahibi kadın arasında duygusal yakınlaşma başlıyor ve birlikte kaçmayı düşünüyorlar. Kadın beni de al yanına diyor. Bunlar konuşulurken siyahi kardeşimiz satıldığını duyuyor. Yola tek başına devam etmeye karar veriyor. Kadın ona yanlış yol tarif edip yakalanmasını istiyor ki kendileri zaman kazansın. Tam beyaz adamla kadın kaçma hazırlıkları yaparken beyaz kardeşimiz bunu öğreniyor ve kadını terk ediyor. Kadınla beyaz adam arasında arbede çıkıyor ve oğlu geliyor tam o anda. Beyaz adam kadının oğluna "sen sen ol kimseyi satma küçük adam" diyor ve evi terk etmeye çalışıyor. Evi terk ederken kadını bir kenara itiyor ve çıkmaya çalışıyor. Kadının oğlu bunu görünce beyaz kardeşimizi vuruyor. Ama beyaz adam koşarak siyahi arkadaşını aramaya koyuluyor. En sonunda da buluyor.

    Birbirlerine yolculuklarında yardim ediyor iki dost. Kurtulmak için bir tren istasyonuna doğru yol alıyorlar. Trene binip kaçacaklar ama beyaz adam yaralı. Koşuyorlar, siyahi kardeşimiz trene yetişiyor ve tutunuyor. Beyaz adamı da elinden tutup yukarı çekmeye çalışıyor ama başaramıyor. Onu alamayınca trene, o da atlıyor ve birlikte kaçma fırsatını kaçırıyorlar. Kaderlerine teslim olmuş bir biçimde orada polisleri bekliyorlar. Siyah kardeşimiz beyazı kucağına alıyor ve birlikte sigaralarını tutturuyorlar.

    Siyahi kardeşimiz şarkı söylüyor, beyaz kardeşimiz de onun kucağında kaderini bekliyor. O halde kaderlerini beklerken polis köpeklerinin seslerini işitiyorlar. Birlikte gülüyorlar ve bir daha hapiste patates soymayacaklarına söz veriyorlar. Siyahi adamımız da başka bir şey yaparız diyor dostuna. Yaparız diyor, birliktelik kullanıyor. Peşlerindeki polis ufuktan görünüyor ama aldırış etmiyorlar. Kaldıkları yerde beklemeye devam ediyorlar. Biz her şeyi yaptık değil mi diyor beyaz adam. Siyahi kardeşimiz de evet yaptık diyor. Birlikte polise teslim oluyorlar ama yeni bir dostluk kurulmuş oluyor.

    Onların teslimiyetini gören iyi niyetli şerifimiz de silahını yavaşça indiriyor ve dostluklarını izliyor. Görüldüğü gibi bu filmde yengesini ayartan Behlül yok. Ya da bilmem kaç kadınla karısını aldatan herif yok. Patronuna ayarlanan kiralık bir kadın yok ya da patronunun ahlaksız teklifine evet diyen Şehrazat yok. Dostluk var, siyahinin kabulü var. Birbirini satmama var, vefakarlık ve yardımseverlik var. Evet bunlar var, Amerikan yapımı filmde bunlar var. Kirli ellerini tüm dünyaya bulaştırmış Amerikanın güzel bir filmi. Her bozuk saat günde iki kere doğruyu gösterir misali... Bu yazıyı yazdım çünkü ahlaksızlığın her tarafımızı sardığı televizyon dizilerinden, filmlerinden kurtulun istiyorum. izlemeyin, prim vermeyin bu dizilere. Çünkü siz izledikçe devam ediyor bu propaganda. Ahlak seviyesinin düşümünü hedefleyen aptal makinesini doğru kullanın istiyorum. Hatta hiç kullanmayın. Kullanacaksanız da böyle güzel mesajlar veren filmler izleyin. Çocuklarınızın bilinçaltına ahlaksız mesajlar sokmayın. Her cinayette, tecavüzde, savaşta sizin de parmağınız olacak bu aptal makinesine taviz verdikçe. Haberlerin bile %90'inin yalan olduğu bir aptal makinesini izlemeyin. Ama dur. Sende her sokak röportajında söyleyenler gibi ben belgesel izliyorum diyeceksin demi. Türkiye'nin %80'i televizyonu belgesel izlemek için kullanıyor sen de haklısın. Zamanını öldürmekten daha iyi bir çözüm bulamazsın televizyondan başka. Ama hayat çok kısa, unutma ki yaşlılık gelip çattığında sen de üretimsizliğinin bunalımı içinde çürüyeceksin. Hayata geri dönüp baktığında hiçbir şey yapmadığını göreceksin. Dünyaya bir şeyler bırakmış olma isteğin tavan yapacak ama çaresizlik içinde ölümü bekleyeceksin. Üretmek insanın içindeki doğuştan bir güdüdür diyor Eric Fromm. Bir şeyler üret. Sen faydalı şeyler ürettikçe hem kendine saygın olacak hem de başkalarına. Alışkanlıklar kolay değişmiyor biliyorum. Ama biraz iradeni kullanarak değişebilirsin. Televizyonda demek ki senin en kolay yoldan eğlenmeni sağlayacak uyarıcılar var. Başta bunları görmezden gelebilirsin. Faydalı programlar, filmler izleyebilirsin. Sonrasında televizyon dışında bir uğraşla uğraşmaya başlayabilirsin kademeli kademeli. Hiçbir şey daha geç değilken al eline o kumandayı, kırmızı düğmeye bas. Bas ki en kolay beyin öldüren aptal makinesini sen öldür. Unutma, onu var eden sensin, son kılıç darbesiyle onu mezara itecek de sensin. Vizontele filmindeki gibi bir mezar yapıp ona televizyonu gömmeyi isterdim ama herkes kendi televizyonundan sorumlu. Herkes kendi iradesinden sorumlu. Biraz irade sayesinde herkes kendi televizyonunun mezarını açabilir. Al eline kumandayı, kırmızı düğmeye bas. Sen başla kirli oyunlara tuzak kurmak için ilk olarak. Çünkü televizyon küresel gücün en büyük silahıdır. Propagandasını, yalan haberini oradan yayar. Eleştirel düşünmeye alışamamış her hantal beyin de bunları direkt alır içine, sorgusuz sualsiz. Sonra olmayan şeye inanıverirsin. Şeytanın yolu da budur. Dolambaçlı yollarla kandırır seni. Şeytana nasıl bu kadar öfkeliysen, evindeki maddesel şeytana da karşı dur. Sağlıcakla kal değerli okuyucu. Herkesten bu tür öneri duyarsın. Belki klasikleşmiş bir öneridir bu senin için ama bir şey klasik diye onun yanlış olduğunu söyleyemezsin. Hoşçakal sevgili okuyucu. iradeni kullan.

    https://sammyjankisihatirla.blogspot.com.tr/
    0 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük