this is england

entry38 galeri
    8.
  1. '83'te ingiltere'nin içinde bulunduğu savaşta babasını kaybeden bir çocuk shaun, 12 yaşında. babasının ölümü onun hatası değil, peki insanlar neden devamlı babası hakkında konuşuyolar! suçlayacak birilerini arıyor. şimdi kimi suçlasın, hımm, thatcher'ın neo-liberalist/kapitalist politikalarını mı, neo ne? 12 yaşında o daha, ne bilsin! o zaman, 'o şerefiz pakistanlıları' suçlasın, 'işlerini elinden alan siyah böcekleri, ucuz iş gücü sağlayan soysuz piçleri' suçlasın. halbuki o kalbinde babasının onurunu taşıdığını öğrenmeden önce sadece stres atarak kendine bakabilirdi, yeni skinhead arkadaşları onu aralarına almıştı. onlarda insanlığı görebiliyordu, onlar sadece eğlenmek isteyen, can sıkıntısına ve haksızlığa dayanamayan gençlerdi. sonra combo geldi, ona orijinal dazlakları gösterdi, babasının ölümünün suçlusunun pakistanlı bakkal olduğunu, top oynayan müslüman çocuklar olduğunu hatırlattı. yeni oyununda takdir edilmektan hoşlandı shaun, küfretmek çok basit, bıçak sendeyken yarışmak çok kolaydı. arkadaşları onu terk etti, ama onlara ihtiyacı yoktu! onun bir kız arkadaşı, ona değer veren has dazlakları vardı.
    ama olaylar combo'ya göre öyle değildi tabi, hapiste onu bir şeyler değiştirmişti elbet, ama o aslında tek biriyle ilgileniyordu, ve kızın ondan nefret ettiğini öğrenene kadar o da zararsız bir saldırgan olmaya alışmıştı. öfkesini çıkarmak için boş evleri talan etmezdi o, onlar mazideydi. artık bir intikam savaşçısıydı! bir düzen bekçisi! sadece kafası karışıktı. onun için de biraz tütün, biraz 'mal' yeterdi.
    milky'mi? jamaikalı olmak büyük bir günah. hem de ingiltere'de... soylu insanların yaşadığı, güneşin batmadığı ingiltere'de. arjantin güneş'e yol açadursun; tanrının bekçisi, ülkesinin yenilmez savunucusu, kendisi için kız arkadaşını bırakan milky'ye kızmak için kendini zorluyordu.

    onlar ırkçı değiller, nazi değiller, milliyetçiler. filmin sonunda bunları milky'nin sırıtışında da duyabiliyoruz.

    filmin başarısına gelelim, american history x ile sıkça karşılaştırılan film anlatım biçimiyle diğer ırkçılık filmlerinden sıyrılıyor. öncelikle, this is england bir dönem filmi, bir çocuğun gözlerinden izliyoruz olayları. ırkçı combo'nun milky'ye yaptıklarından sonra döktüğü gözyaşları belki de bu filmi farklı kılıyor. american history x'in başarısında yatan öz ve çarpıcı senaryo bu film içinde uyarlanabilirdi, yönetmen bunu tercih etmiyor, hatalar, tercihler ve skinheadleri anlatıyor.
    kendinizi olayların içinde hissettiren bir oyunculuk var, woody size dönüp sesini değiştirerek 'aym haavi en aym hiya tu giv yüu çip.' diycekmiş gibi geliyo izlerken, herkes yanıbaşınızda, sizin gibi konuşuyomuş gibi. rolün başarısından değil gerçekliğinden bahsediyorum, etkilenmiyorsunuz, hissediyorsunuz. combo rolünde stephan graham olağanüstü, shaun'u oynayan veletse hepsinden cesur olmalı, o iğrenç öpüşme sahnesine hangisi dayanabilirdi acaba? için şakası bi yana, şımarmıyor, cremotorium'un da dediği gibi her role çok sağlam giriyor.
    yönetmenler hayatının filmini yaptığında genelde çarpıcı oluyor zaten, yönetmenimiz shane meadows'da, kendinden bahsettiği için belki de, çok özenmiş filmine. bunu anlamak için müzikleri duymak yetiyor zaten. bir dönem filmi yapmanın getirdiği zorlukları çok iyi idare etmiş, filmde yabancı duracak elemanlar aradım her yerde, bulamadım.
    this is england, aldığı bafta'yı, ve daha fazlasını hak eden, 2006'nın en iyi filmlerinden. günümüzde yaşanan olayları ve politik sıkıntıları içinde görebileceğiniz ve tüm olan biteni ayar manyağı yapan bir film. bulduğunuz yerde kaçırmayın.
    7 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük