füruğ ferruhzad

entry92 galeri video1
    69.
  1. "O zaman
    Güneş soğudu
    Ve bereket topraklardan gitti
    Ve çöllerde yeşillikler kurudu
    Ve balıklar denizlerde kurudu
    Ve toprak
    Ölülerini kabul etmez oldu artık.
    Bütün solgun pencerelerde gece
    Belirsiz bir düşünce gibi
    Birikiyor durmadan ve taşıyordu
    Ve yollar
    Sonlarını karanlığa bıraktılar
    Kimse aşkı düşünmez oldu.
    Kimse düşünmez oldu yengiyi
    Kimse
    Hiçbir şey düşünmez oldu artık.
    Mağaralarında yalnızlığın
    Uyumsuzluk doğdu
    Afyon ve esrar kokusuyla kan,
    Başsız çocuklar doğdu
    Gebe kadınlardan.
    Koştular mezarlara sığındılar
    Beşikler
    Utançlarından.
    Kötü günler geldi ve karanlık
    Yenilince ekmeğe şaşırtan gücü
    Tanrı elçiliğinin
    Kaçtılar adanmış topraklardan
    Aç ve sefil peygamberler.
    insanın kaybolmuş kuzuları
    Çobanın seslenişini duymaz
    oldular
    Çöllerin cennetinde.
    Aynaların gözlerinde sanki
    Tersine yansıyordu renkler
    Kıpırtılar, davranışlar, görüntüler
    Bir şemsiye gibi tutuşuyordu
    Başlarında aşağılık soytarıların
    Utanmaz yüzlerin orospuların
    Tanrının o kutsal ışık çemberi
    Bataklıkları alkolün
    Ağulu buharlarıyla buruk
    Çekti derin köşelerine
    Durgun aydınlar yığınını
    Kemirdi aç gözlü fareler
    Altın yapraklarını kitapların
    Eskimiş raflarda, dolaplarda.
    Güneş ölmüştü
    Güneş ölmüştü ve yarın
    Uslarında küçük çocukların
    Yitik, belirsiz bir kavramdı.
    Defterlerine sıçrayan kapkara
    iri bir mürekkep lekesiyle
    Anlatıyordu çocuklar
    Tuhaflığını bu eskimiş sözcüğün.
    Zavallı halk
    Yüreği ölgün, bitmiş, dalgın
    Huzursuz ağırlığı altında ölü
    gövdesinin
    Bir yerden bir yere sürünüyordu
    Ve önlenmez cinayet isteği
    Durmadan büyüyordu ellerinde.
    Kimi zaman ufacık bir kıvılcım
    Bu cansız ve sessiz topluluğu
    Ta içinden dağıtıyordu birden.
    insanlar saldırarak birbirlerine
    Biri karısının boğazını
    Kör bir bıçakla kesiyordu
    Bir ana birer birer çocuklarını
    Tandırın ateşine atıyordu.
    Boğulmuş kendi korkularında
    Ürkütücü duygusu suçluluğun
    Öldürdü öldürdü kör ruhlarını
    Ve çocukları.
    Ne zaman bir tutsak asılırken
    Darağacının yağlı halatı
    Korkudan kasılan gözlerini
    Sıkarak dışarıya fırlatsa
    Onlar dalardı içlerine
    Şehvetle titreyen bir düşünceden
    Gerilirdi yaşlı, yorgun sinirleri.
    Ama her zaman alanın kıyısında
    Bu küçük canileri görürdün
    Durmuşlar ve dalgın bakıyorlar
    Fıskiyelerden suyun durmaksızın akışına.
    Ola ki gene de arkasına
    Ezilmiş gözlerinin ve donmuş derinlerde
    Yarı canlı bir küçük şey karışık,
    Kalmıştır.
    Güçsüz bir çırpınışla istiyordu
    inanmayı su sesinin doğruluğuna
    Ola ki…
    Ola ki.. ama ne sonsuz boşluk…
    Güneş ölmüştü
    Kim bilebilirdi artık
    Yüreklerden kaçan o üzgün
    güvercinin
    inanç olduğunu…
    Ah tutsağın sesi…
    Büyüklüğü senin umutsuzluğunun
    Işığa bir küçük yol açmayacak mı
    Bu uğursuz gecenin bir köşesinden?
    Ah tutsağın sesi…"
    1 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük