malum sebeblerden dolayı asıl başlık çözülen türkiye cumhuriyetin de işçi sınıfı ve 1 mayıs olacaktı, fakat olamadı.
Toplumlar tarihini incelerken, günümüz siyasetin ağırlık merkezlerini belirlerken siyaset üretiminin pusulaları hep üretim ilişkilerini ve sınıfsal gelişkinliği işaret etmiştir. Temel toplumsal yapıyı ve sistemi belirleyen araç üretim ilişkileri olmuştur. O nedenle kendini sınıfsallığın üstü sayan yeni dünyanın post modernistlerini- Jacques Derrida gibileri- , sınıfsallığı es geçerek toplumsal ilişkiler alanını psikanaliz işi sayanları- Ernesto Laclau gibileri- es geçiyorum. Onun yerine toplumsal siyaset maddi güçlere ve temele dayandırarak yapmayı daha doğru buluyorum.
Kuşkusuz üretim ilişkileri alanını mekanik bir biçimde değerlendirmek yanlış, bu görüşler şöyle ya da böyle olsun eninde sonunda toplumsal sistemi salt ekonomiye indirgemişlerdir. Sonuçta ideolojinin ve günlük siyaset üretiminin dışında kalarak kapitalizmi ya da diğer toplumsal sistemleri yanlış değerlendirmişlerdir. Eşitsiz gelişim yasasını es geçenler ya da bu yasayı yalnızca devletler arasına sıkıştıranlar, kapitalizmin toplumsal bir sistem olarak günümüzde neden hala var olduğu kavramını açıklamakta zorlanmaları çokta garipsenecek bir durum değil. Diğer yandan üretim sürecini dışlayan ve olayları ideolojiye indirgeyen anlayışlarda, bugün artık bir anlam ifade etmemektedir.
Tüm bunların ne anlamı var ve tüm bu anlatılanların somut açıdan ne ifade ediyor bize? işte zaten bunların cevabını siyaset vermektedir. Teorinin cevabı her zaman pratiktedir. Teori ağacının griliğinden, yaşam ağacının yeşilliğine bizi ancak bu ilerletecektir. Siyasi üretimin, siyasetin ağırlık merkezlerinden uzak kalan toplumsal bir sınıf, tarih sahnesine bağımsız bir biçimde çıkma şansını da yitirir. Siyasetin temelindeki sınıf siyaseti kendi gücünü, maddi üretimden gelen gücünü siyasete yansıttığı ölçütte başarıya ulaşır ve toplumu yönlendirir. Bugün üretim ilişkilerini yönlendiren ideolojik üretimi başaran sınıfın iktidarda olduğu ve küçük bir azınlıkla uzlaşma-baskı aygıtlarını kullarak sömürüyü sürekli bir şekilde her gün yeniden ürettiği bir gerçek. Bu gerçekte bizi en başta söylediğimiz pusulanın yönüne çıkartıyor; sınıf siyasetinin ve bilincinin gerçekliğine. Siyasette sınıflardan kaçtığını söyleyen, onun üstüne çıktığını ilan eden ya da uzlaştırdığını söyleyen biriyle karşılaşırsanız ya büyük olasılıkla egemen sınıfın ideologudur ya da gerçek anlamda bir kördür. Her ikiside maddi temele oturmaz, oturamaz. O nedenle, bu söylemlerin bir ciddiyeti olduğunu söylemek yanlış olur.
Siyasetin üretimi, kendini yaşadığımız alanda, mekanda ve zamanda da gösteriyor. Türkiye Cumhuriyeti'nin uluslararası alanda konumlanışı, egemen sınıfların merkez kapitalist ülkelerle işbirliği, üretimin paylaşımı sorunu ne üretim ilişkilerinden, ne sınıf savaşından, ne de siyasetin üretim mekanizmalarından bağımsızdır. Bunların bütünlüğünü reddetmek gerçekliğin yadsınması anlamına gelir ki; maddi temellere sahip olmayan bir politikanın iktidar perspektifinin olmadığı da bir başka gerçekliktir. Böyle bakınca Türkiye işçi sınıfının nitel ve nicel gücünü ortaya koyabilmesi ve siyasetin ağırlık noktası olması için bu gerçeklikleri kaçırmaması ve kendi mekan-zamanını iyi değerlendirmesi gerekiyor. Bağımsız bir hat oluşturması ve kendini siyaset sahnesine koyması için bunu yapması zorunludur.
Türkiye Cumhuriyeti yani yaşadığımız alan, toprak parçası kimilerine göre ilginç bir yerdir, kimilerine ise bir cennet parçası. Hangisi doğru bunun tartışmasını yapmayacağız ama bugün Türkiye cumhuriyet'ini kuran ve Türkiye kapializmini geliştiren 1923 paradigmasının pilinin tükendiği bir gerçek. Bu tükenişin öznel ve nesnel şartlarının olduğu, ayrıca iç ve dış dinamiklerinden etkisinde geliştiği su götürmez bir gerçeklik. Cumhuriyet'e egemen olan sınıfın, egemen sınıfın tercihinin kapitalizmden yana olduğu ve burjuvazinin kendisi olduğu ise bir başka gerçek. Ama bu gerçeklerden asıl çarpıcı olanı ise egemen sınıfın uluslararası yeniden yapılandırma döneminde yeni yerini alması, bu yeni pozisyondan çıkan sonucun ise ülkenin kurucu sınıflarının kurucu felsefeden vazgeçmesidir. Vazgeçmiştir çünkü; artık kendisini taşımamaktadır bu felsefe ve haliyle yeniden yapılandırmaktadır kendini.
Reel sosyalizmin Türkiye Cumhuriyeti'ne kazandırdığı çok şey var. Elbette sözünü bahsettiğim olay Bolşevikler'in maddi ve manevi yardımları değildir. Sözünü ettiğim olay,bu büyüklükte bir ülkenin emperyalistler tarafından kabuludür. Peki daha sonra henüz reel sosyalizm somut halini korurken Türkiye Cumhuriyet'ini yeniden yapılandıramazlar mıydı? Açıkçası böyle bir eğilim ne Dünya genelinde vardı ne de Türkiye özelinde. O dönem Türkiye'ye biçilen kaftan sosyalizme karşı ileri karakol göreviydi. Türkiye burjuvazisinin genel korkularından biri de sosyalizm korkusu olunca bu misyonu rahatlıkla içine sindirmiş bulunmaktaydı.
Reel sosyalizmin çözülüşünün ardından emperyalizm kendisine yeni eğilimler ve misyonlar tarif etmiş, saldırganlığını ve egemenliğini her geçen gün artırmış bulunmaktaydı. Türkiye öznelinde bunun anlamı 1923 paradigmasının iflası ve cumhuriyet'in sınırları yeniden tarif edilerek ya da en basit kazanımlarını dahi tasfiye etmek anlamına geliyor. Her zamankinden daha fazla işsizlik, her zamankinden daha fazla örgütsüzlük, daha az sosyal hak anlamına geliyor Türkiye işçi sınıfı için. Çözülen Türkiye Cumhuriyet'inde bu süreci durdurarak ileri taşıyacak ve önderlik edecek yegane temel Türkiye işçi sınıfının kendisidir. Çünkü toplumsal bir sınıf, kendi sınıf çıkarlarını ulusal çıkarlar haline dönüştürdüğü ölçüde kendisini yaşatabilir. Bunun anlamı ise iktidar olmaktır. iktidarın ise ağırlık merkezleri ulusal ölçekten geçmektedir.
Kimi söylemler vardır, dünya devriminden bahseder. Troçkizm ya da anarşizm gibi akımlar kendilerini yaldızlı sözlere dünya devrimine adamışlardır. Yegane amaçları uluslararı işçi sınıfının çıkarlarını yerien getirmektir. Öyle ya ulusal ölçekte iktidar hedeflemek bürokratlıktır, yozlaşmadır. Onların yaldızlı sözleri ne diyor bilmiyorum ama bu tür bir şey işçi sınıfını iktidar kaçırmak demektir. iktidar savaşı siyasal taktikler savaşıdır, siyasal taktikleri belirlemek için ağırlık merkezlerini yaratmak gerekiyor. Böyle bir şeyin kıtasal ölçekte olduğunu iddia etmek yanlızca yaldızlı kelimelerle konuşmaktan öte bir anlam ifade etmiyor. iktidar olmaktan kaçan bir sınıf, diğer sınıflar altında ezilmek, sömürülmek ve çürümek zorundadır.
Bugün Türkiye toplamında genel bir çürüme, toplumun çöküşü vardır. Bu sorun gerçek bir sorundur ve somutlanması çok kolaydır. Emperyalisr-kapitalist sistem Türkiye'yi, insanlığı çürütmektedir. Bireyselleşme ve kariyercilik alıp başına gitmekte, toplumsal kurtuluş projelerinden hayal, toplumsal kurtuluşu ise enayilik olarak görülmekte. Bunun tek bir açıklaması var; iktidar kaçırılan sınıf kendini kölelik zincirlerine bağlamakta ve tüm insanlığın ileri mevzileri gerici egemen sınıflara teslim etmektedir. ilericilik barutu tükenmiş, korkak ve asalak mülk sahibi sınıflar bugün kölelik zincirini toplumun kendisine vurmaktadır. Bu kölelik zincirleri kendini her türlü bireycileşme, çürüme olarak göstermekte.
1 Mayıs bu noktada çok önemliydi. Türkiye egemen sınıflarının düğüm noktasına haline gelen siyasal iktidar, bugün sermaye sınıfının en büyük temsilcisidir. Bu temsilcilik içinde bir sınıf kinini bulundurmakta. Sınıfa karşı savaş, sınıfa karşı sınıf sloganları ile yönetmektedir ülkeyi. Bugün Türkiye işçi sınıfı, emekçileri, yoksul köylülüğü her zamankinden daha çok örgütsüzlük içinde, her zamankinden daha çok sömürülüyor ve her zamankinden daha az sosyal güvenlik hakkına sahip. 1 Mayıs son dönemlerde biriken tepkinin ortaya çıkışı için çok önemliydi. Fakat iktidar uzak tartışmaların, solun hastalığın olan demokratizm alanının ve alan tartışmalarının içinde kalan bir 1 Mayıs geçirdik. Polisinin şiddetinin altında ezilen Türkiye işçi sınıfı, yüzünde patlayan postallara rağmen bugün bu "ezildik" havasından bir an önce sıyrılmalıdır. Çünkü iktidar işi güç işidir, böyle bir pozisyonu kodlamak ise güçsüzlük belirtisidir. Elbette yapılan kabul edilemez. Sınıfın yüzünde patlayan postalın ve siyasi iktidarın sınıf kini kabul edilemez. Ama bugün Türkiye emekçi halkının daha fazla siyasallaşması ve kendini bir taraf olarak kodlaması gerekiyor. Bunu yapamaz iktidar hedefinden uzak olur. Bu hedeften uzak olmak ise bugünün barbarlığını yeniden yaşamak anlamına geliyor.
Çözülen bir ülke ve yanıt bekleyen sorular. Önümüzdeki süreç ne getirir bilinmez ama toplumsal kuralların işleyeceği çok belli. iktidarı hedeflemeyen sınıfın, kendi sınıf çıkarlarını ulusal çıkarları haline getirmeyen sınıfın, kendi yaşadığı topraklara sahip çıkamayan sınıfın ve en önemlisi kendi egemenleriyle hesaplaşamayan sınıfın köle olarak kalması zorunlu. Bu kölelik düzenini, bu barbarlığı sona erdirecek ise kendi kollarından geçmekte. Artık sıra teorinin griliklerinden, hayat ağacının yeşilliğine doğru geçmenin zamanı. Zaman ayağa kalkma ve kendi kazanımlarını ilerletme zamanıdır. Aksi halde bugünkü barbarlığın şidddeti daha artacak ve bunu yüzümüze patlayan postallarda hisseteceğiz.
not: yazı 1 haziran 2008 tarihli ekin dergisinde çıkmıştır ve şahsıma aittir.