"yazar olmanın verdiği birikimden mi dedim acaba kendi kendime, başını hafifçe avuçiçine yaslaman, klişe bir filozof duruşuyla, ağzını özenle kapalı tutmaya çalışmışsın sanki, seni daha sevimli göstereceğine inandıkları için, fotoğraf makinesinin arkasında seni güldürmeye çalışan orman perileri var gibi, ama yeniden bu "köşe fotoğrafı" na baktıktan sonra, acaba diyorum ?tanrıvergisi? bir yamuk(?)luğu gizlemek mi, bu gizemli duruşunun nihai nedeni, bilmiyorum; sen hergün bize selam verecek olan bu pozunu takınırken benim kadar düşünmüş olabilir misin?
çok soru soruyorum, evet; bu beni lanetli bir insan yapıyor sadece,fakat sana "karabüyü" yapmak değil niyetim, salt bu sabah gazetemi okurken -daha önce de defalarca kez gördüğüm ve her seferinde içimde garip duyguların savaşımına yol açan "köşe fotğrafını" kaleme almak, kendi içimdeki savaşıma bir son vermek adına...
yaşını kestirmek ne mümkün ufacık fotoğraftan, yüz çizgilerin gizlenmiş belki "rutuş" un arkasına, belki de kadınlık vergisi makyajının; yok ama, makyaj yapmayacak kadar sade ve doğal bir tavrın var görünürde, "ince dudakların ve kaşlarına değinmeden geçmemek gerek ama;" yaşını diyordum hani, gözlerin çocuklukta kalan şeffaf bilyeler gibi parlıyor, evet, siyahbeyazın gazabına uğramadan saman kağıdın arkasından fırlıyor odamın içine, öyle böyle muzır bir parıltı değil bu, içimdeki savaşımı alevlendiren bir çift köz parçası, ya da ne bileyim nasıl "abartılır", sönmeyen kömür taneleri gibi alevlendiriyor çatışmayı, "sevinç" diyorum, bir çocuğun gözlerindeki sevincin en gözle görülür hali olsa gerek bu parlaklık, yıllar önce rüyamda gördüğüm "çocuk isa" nın gözlerindeki ışıltı, yine de ağlıyordu isa rüyamda, kucağıma alıp teselli ettiğimde, mutluydu yine de, "nazyapar gözyaşları" gibi gelmişti bana o an, öyle ki "gitmem gerektiğini" söyleyip uzaklaşmıştım yanından, yanağından aldığım sulu bir öpücükle, ama dur daha nereye gidiyorum, içim bir kötü olmuştu rüyamda da giderken zira, "ne hale geldi bu dünya?" diyordu çocuk, bilge peygamber edasıyla, belki de kaçıyordum ondan; "nazyaparla uğraşamam" bahanesiyle günahlarımdan kaçıyordum belki, belki de bu illet sorusundan kaçıyordum beynimi sulandırmasın diye, uyanmıştım aniden ve son zamanlarda sıkça okuduğum "irlandalı yazarın öykülerinden etkilenmiş olsam gerek" diyordum, yapamadığım kahvaltıların anısına yaktığım sigarayı içerken.
ne var ki gidemiyordum bir türlü, uyanmış olsamda rüyamdan, hala daha gidemiyorum yıllar geçende, o gözleri sevinçle parlayan çocuk yaşlanıyor birden, kanlı çarmıhın üzerinde dünyanın tüm acılarını topluyor yüreğine, insanların günahlarını sineye çekse de ne fayda "insan" olmasına, gözlerine vuruyor hiç yaşamadığı acıların ağlamaklı parıltısı, çarmıha gerilmiş olmayı umursamaksızın insanlığa adıyor yakut gözlerini, öyle ya; -belki de- hiç yaşamadığı acıların yükünü omuzluyor ishak ın vekilliğine gelen koyun gibi, belki de diyorum çok fantastik ve canice olsa da, çarmıha gerilmesinin nedeni omuzladığı acıların yükünü hafifletmesi içindi...
anlatamıyorum biliyorum gözlerinden gelen esini, anlayamıyorum hoş ya, anlamaya çalışıyorum ama toyluğum buna elvermiyor, merak ediyorum ben de, sorular soruyorum lanetli, bir tane daha soracağım şimdi;
nedir bu gözlerindeki çelişkili parıltının gizemi?