Biliyorsun, ben senden önce kahveyi seven bir adam değildim. Tutturmuştun oysa, epicenter'da, dandik bir kafede adım atmıştık bu yola. Çok sıcaktı hatta hatırlarsın, seni yadırgamıştım içten içe, anlamış gibi solgun bir gülümseme bıraktın ve "ne kadar koyu olursa rengi, o kadar güzeldir" demiştin, "bunu unutma." Bak unutmamışım, zaten unutacak olsam kendime kızarım, bilirsin; ben geçmişi yeniden yaşamayı severim.
Yıllar geçti, daha iyisini içtim bu kahvenin, gün oldu bağımlısı oldum, hiçbirinin tadı seninle doksan sente içtiğimiz gibi olmadı/olmayacak. Ne kadar geçti bilmem, elinde o üzerinde deniz kızı olan fincanla çıkıp geldiğinde, içine küçük bir notla "gün ışığıma" diye yazdığında; bunları hak edecek ne yapmıştım, bilmiyordum. Bak bu gece oldu, hala bilmiyorum.
Sabah kalkar kalkmaz, deniz kızına bakıyorum, o sana benziyor ve gülümsüyor, onunla konuştuğum ve delirdiğim zamanlar oldu; şimdi daha iyiyim. Tek eksik kahve de değil hem, senin olmayışın, daha acıtan ise olmayacak oluşun. Geçenlerde fark ettim; o kahve fincanını bana hiç vermeyecektin.