kantinlerde para üstü olmadığı için verilir çoğu zaman. ya da can çekmiştir bir adet eti pufcan.
neyse puf alınır. zaten küçücüktür, tatlı açlığını nasıl doyuracak diye kendine acırcasına kabının suratına bakılır. sonra yandaki kabını açma şeridi yakalanır ve çekilir usulca puf kendini sahibinin ellerine bıraksın diye.
o arada jelatin ikiye ayrılır: bir kısmı kişinin elinde kalır; şeffaf kısmı da pufcan ı himaye altına alır, ona dokunmana izin veremem dercesine.
sinirlenir sahip, tırnağını sokmaya çalışır kabın üzerinde kalan avukat kesilmiş jelatine. sinir kafasına vururken puf kabının plastik kısmı yamulur avuçlarının içinde ve puf ezilir büzülür içinde. bakar ki eve gidene kadar bu manyağı yemek imkansız. zaten canı iki dakika tatlı çekmiştir: ağzından sular akarak pufa göz dikmiş sahip, eve ulaşana kadar gözünü puftan ayırmazcasına tonlarca sinir ve heyecan depolar, kapıyı açtığında da telefon rehberinin yanında gördüğü o ilk kalemi kavrayarak atlar o savunmacı puf jelatininin üzerine! bazen kalemin ucu kırılır; ama bazen ezik büzük olmuş puf, gözler önüne serilir korumasız ve çıplakça. istediğin gibi ye şimdi güzelim, istediğin gibi ye bu kadar nazla başa çıkabilmenin ardından, zafer almışçasına..