içime dokunuyor bazı eski dokunuşlar

entry7 galeri
    1.
  1. unutulmayan bir dokunuşa ağıttır;

    yaz başıydı seni tanıdığımda. tanışmadan tanıdık birbirimizi.. aynı sahil kasabasında yapıyorduk tatillerimizi. ben sevgililerimle, sen sarı kıvırcık saçlı harika kızın ve sürekli tartıştığın eşinle geliyordun. bir de kırılgan görünüşünün içinde beni kavuran asil bedeninle.
    hırçın bir evlilikti sizinki ve denizin dalgaları kadar köpük köpüktü sana hissettiklerim. bazen küçümser bakışlarla süzüyordun her hafta başına ayrı bir tenle başlayışımı, bazense ben dudaklarımı kemiriyordum sen kocanla birlite yüzerken. çok ender gülüyordun ama yine de unutulmaz havai fişek gösterileri gibiydi dişlerini her görüşüm.. gündüzleri ben erken çıkıyordum yürüyüşlere; ardımda yatakta serin çarşafların arasında yorgun bedenler bırakarak. sense alışverişten dönüyor oluyordun güneşten daha sıcak bakışlı kızınla.. ben hayali poşetler taşıyordum ellerimde. sen ayağına batan denizminarelerinin imkansız bir aşka dönüşmesinin acısını hissediyordun avucunda kızının eli terledikçe.. bakışlarımız her çarpıştığında içimdeki tuzlu sularda depremler oluyor, kendi içimdeki tsunamilerin altında kalıyordum.karşı konulamaz bir şeyler yaşıyorduk ve ufukta hiçbir acil yardım ekibi görünmüyordu. içimiz ürpertilerle dolu geçerken yanyana, görünmez dokunuşlar yaşıyorduk sanki.

    bazen kocanla kavgalarınız bu küçük kasabanın tek gündem maddesi olabiliyordu. normalde iyi görünen bir ilişkinin beklenmedik zamanlarda patlamalarla sarsılışı; ince duvarlı evlerin dizildiği bu sahilde üzücü etkiler yaratıyordu. sana karşı hep kocaman bir gülümsemeyle dolaşan erkeğin, nedense her hava kararışında başka bir insana dönüşüyor ve balkonlarda yenen yaz akşamı yemeklerinin bir sürü aşığın boğazında düğümlere dönüşmesine neden oluyordu. kocanın haykırışları ve hakaretleri, kızının hıçkırıkları ve senin asla duyulmayan iç çekişlerin.
    iki yaz boyunca yatağım her tür baharatı taşıyan tenlerle ısındı.. ama içimde hep üşüyen bir yer oldu. gözyaşının tadını taşıyan bir baharatın, sessiz ağlayışlarının ve çaresizliğinin soğukluğunu hep içimde hissettim.. ama ne yapabilirdim. ismini bile bilmediğim bir kadın.. hep hayalini kurduğum bir kızın annesi. annesine benzeyen gözlerinden hayat fışkıran bir kızın annesiydin sen.. tek söz söylemeye hakkım olmayan bir adamın da kadınıydın.

    o yaz erken ayrılmıştım sahil kasabasından, ismini bilmediğim kadının yalvaran bakışlarından. istanbul ' da bir facia yaşanmıştı ve beni çağıran acılar vardı. çok sevdiğim bir dostum ve hamile eşi bir kazada hayatlarını yitirmişler, ismimi verecekleri bebeklerinin kokusunu bile bilemeden bu dünyadan göçüp gitmişlerdi. sevdiği insanları toprağa vermeye alışkın kollarım hiç olmadığı kadar güçsüzdü ve ancak bir sahil kasabasında yaşayabileceğim yalnızlık ruhumdaki derin yarayı iyileştirebilirdi.
    döndüğümde yaz bitmek üzereydi. eylul ' ün ilk günleri.. sahiller boşalmaya başlamıştı.. sadece yalnızlık hastalığına yakalanmadan önce ilk balayılarındaki coşkuyu hatırlamaya çalışan asil yaşlı çiftler kalmıştı.. yazlıklarımızın arasında birkaç ev vardı.. perdeleriniz kapalıydı.. kendi evime giremedim nedense. sanki kapıyı aralasam içerde beni bekleyen bir parti olacakmış ve birsürü ismini bilmediğim kadın; bosver olenleri biz buradayiz iste diyeceklermiş gibi geliyordu. bazen yaşadığım hayattan nefret etmem bile yetersiz kalıyordu. acımı doya doya yaşamak istiyordum. hiç doğmamış bir bebeğin, ismimi taşıyacak bir bebeğin kaybının acısını en derinimde hissetmek istiyordum.. bu yüzden de yalnızlığımı yaşayarak acımı hissetmek için geldiğim evime giremiyordum işte.. adımlarım bana sormadan bahçe kapınızın önüne getirdi beni.. ismini bile bilmediğim; sadece bakışlarındaki ürkek davete icab ettiğim, tenindeki çillerle kaplı naifliğe vurulduğum, omuz çukurlarında bir ömre bedel vaatler taşıyan bir kadının içi acılara şahit, duvarları sessiz çığlıkları emmiş evinin kapısının önündeydim. bilmiyordum içimde usul usul büyüyen bu duygunun adını. tenhalıklara yakalanmış ruhumun ince sızılarla daha tanışmadığı o günlerde; yaşadığım şeyin aşk mı aşktan öte bir şey mi olduğunu bilmiyordum.. bugün biliyorum ne olduğunu içimi ürperten o şeyin. ismini fısıldamaktan korktuğum o duygunun içinde çalkalanıyorum tam 13 yıldır her kadehte.

    tahta perdeli bahçe çitinizin ortasında bir gelinliğin rengini taşıyan kapınızı hani duygularla açtığımı hala bilmiyorum.. bahçenizin ortasındaki sahildeki tek anıt gibi yükselen cevizağacının dibine neden yürüdüğümü de.. ama ağacın dibindeki demir salıncağa çökerken zincirlere tutunup içimden geçeni biliyordum.

    bir erkek olarak yaşadığım her gecenin sabahında bir cezayı hakederek uyanmıştım. yaşattığım bütün acıların, terkedişlerin, vazgeçişlerin, suskunlukların, söylemeyerek yıktıklarımın, söyleyerek yıktıklarımın bir bedeli olmalıydı. üzerek öldürdüğüm tenlerin, bedenlerin , kalplerin yaradanı benim için özel bir acı tasarlamış olmalıydı. benim gibi bir adamın; dünyadaki bütün güzel duyguları acıtmış bir erkeğin; bahçesinde bir kız çocuğunun bindiği bir salıncağı olmamalıydı.. ben sevemediğim her kadın için bana ceza kesmeye hakkı olan yaradan ' a cevabımı vermiştim oysa;

    sen beni ne kadar sevebildiysen ben de onlari o kadar sevdim !

    eylul ayındaydık.. bir yazın son günleriydi. ben tanımadığım bir kadının evinin bahçesinde asla hayalini kuramayacağım bir salıncakta oturmuş; daha bir hafta önce yaşadığım acıyı unutmuş, bahçeye sinmiş olmasını ümit ettiğim bir kadının kokusunu keşfetmeye çalışıyordum..

    sırtım pencerelerine dönüktü ama yine de hissettim aralanan perdeyi. arkama baktığımda tekrar kapanan perdeyi ve aynı anda kaybolan bir tutam saçı gördüm; siyah kızıl karışımı düz saçlar . yabancı bir evin bahçesinde yakalanmış olmanın utancıyla telaşlı bir yürüyüşle bahçe kapısına doğru ilerlerken yeryüzündeki tek cennetin kapısı aralandı. tekrar arkama döndüm. cennetin kapısında iki melek duruyordu. cehennemi çok erken bir yaşta haketmiş olan ben utancımı örtecek sözler ararken hafızamda ağzının ortasındaki delik aralandı ve dudak olduğunu sandığım kenarları kıpırdadı;

    - ah siz miydiniz? merhaba..

    eylul ayındaydık.. ama kulaklarıma hzıla eriyen kar taneleri doluyordu. ağzından sözcükler ; gökten döne döne ilerleyen kar taneleri gibi dökülürken ben içimdeki toprak kaymalarına tutunmaya çalışıyordum. dilim sanki kar yağışına alerjisi varmış gibi paslanmış, tutulmuştu. tek kelime edemedim. oysa sen yeryüzündeki bütün hoşgörüleri ceplerine doldurmuştun ve bana gülümsüyordun.

    - sizi tanıyorum. iki yıldır komuşuyuz ama tanışma şansımız olmadı hiç. yazar olduğunuzu da biliyorum. bu mevsimde burada olmanıza şaşırdım. siz hep bizden önce ayrılırdınız. kitap yazmak için mi geldiniz?

    kulaklarıma dolan kar tanelerinin ısısı ağzıdnan çıkan her sözcükle yükselirken ben dilimdeki pası çözmeyi başardım;

    - ben de sizi tanıyorum. sizin beni tanıdığınız kadar değil ama kızınız gördüğüm en tatlı çocuk. buraya kitap yazmaya gelmedim. zaten uzun zamandır yazamıyorum da. sadece biraz şehirden uzak kalmaya ihtiyacım vardı. ama doğrusu sizi de burada görmeyi beklemiyordum.

    - ben.. yani biz.. eşimle ayrıldık.. kızım onunla yaşayacak artık. ben son bir kez burada kızımla olmak istedim. o yüzden geldik. yarın sabah da dönüyorum. kızımı bu akşam babasına yollayacağım. sonra bir kaç parça eşyamı da alıp ben de gideceğim.

    -üzüldüm. eşinizi hatırlıyorum. birbirinize yakışıyordunuz.. ama hayat böyle malesef.

    - evet! neyse şimdi içeride biraz işim var. kızımı terminale götüreceğim. ben sadece bahçemizde kim var görmek istemiştim. ama eğer isterseniz akşamüzeri birlikte yürüyebiliriz. kitaplarınızdan birkaçını okumuştum. sormak istediğim çok şey var size.

    eylul ayındaydık.. bir yazın son günleriydi.. ama işte içimdeki karlar duyduklarıyla harekete geçmiş, büyük bir çığın akışını başlatmıştı. içim üşüyordu. karşımda bir melek vardı. bana birlikte cennette bir kaç adım yürümeyi teklif ediyordu;

    - elbette! neden olmasın. hava kapanıyor gerçi ama ben de doğrusu yalnızlıktan sıkılacaktım gece. kaç gibi alayım sizi?

    - saat 6 uygun sanırım. eğer isterseniz yine salıncağın aynı sandalyesinde bekleyebilirsiniz beni:)
    - zevkle!

    edit: bu yazım daha önce başka bir başlıkta yayınladığım ve belli nedenlerle sildiğim eski bir yazının düzenlenmiş halidir. tek entrye sığmadığı için ikiye bölerek yayınlıyorum.
    18 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük