mülkiyet hakkı

entry12 galeri
    9.
  1. mülkiyet hakkı, 1789 insan ve yurttaş hakları bildirgesi'nden bu yana tanınıp güvencelenmekte olan bir haktır. insan hakları tarihi açısından incelenecek olduğunda geçirdiği evrim onu birinci kuşak haklar kategorisinden (yani siyasal haklar) ikinci kuşak haklar kategorisine (yani kişi hak ve ödevleri) taşımış durumda.

    bunun yarattığı ilk fark, mülkiyet hakkının güvencelenmesinde ortaya çıkıyor. bakanlar kurulu kanun hükmünde kararnamelerle (khk) birtakım sosyal ve ekonomik hakları düzenleyebilirken, kişi hak ve ödevlerine yönelik khk çıkartamaz. türkiye anayasa tarihine baktığımızda da, bu anlamda 82 anayasasının 61 anayasasına göre mülkiyet hakkını daha güvenceli bir rejime oturttuğu söylenebilir.

    insan ve yurttaş hakları bildirgesi'nden bu yana hemen hemen aynı şekilde anayasalarda yer alan bu hak, ''dokunulamaz'' ''kutsal'' bir hak olarak öngörülmektedir. tabi bu mülkiyet hakkı'nın ''mutlak'' bir hak olduğunu göstermez. bir kere artık anayasa mahkemeleri'nin de içtihadlarına girmiş olan yorum şudur ki, mülkiyete sahip olma eski roma'daki gibi ''bulduğun yere yerleş'' anlamına gelebilecek ''sınırsız'' bir özgürlük alanı yaratmıyor. locke'cu anlayışa göre, mülkiyet hakkı toplum devleti var etmeden önce de vardı, devlet olmasa dahi varlığını sürdürecektir. bu yüzden anayasalarda ''kişinin gelişimindeki önemli rolü'' vurgulanarak ve hukuk devletinin önemli bir gereği olduğu kabul edilerek yer almaktadır mülkiyet hakkı.

    kamu yararı gerektirdiği ve ''vergi değeri'' karşılanmadığı durumlarda ve bu genel sınırlandırmaların yanında, kamulaştırma ve devletletirme, toprak mülkiyeti ve kıyılardan yararlanma, tarımın ve çiftçinin korunması gibi sınırlama sebepleri de öngörülmüştür.

    anayasa bu anlamda genel anlamda (ne geneli basbayağı tamamında) liberal bir anlayışla hazırlanmış ve bireyi temel almıştır. türev kurucu iktidarın devletin bu alana müdahalesini engellemek için hakkın, anayasalardaki yerini değiştirmiştir. burada ortaya iki grup çıkıyor; bir tarafta mülkiyeti esaret olarak görenler, diğer tarafta mutlak bir haktır diyenler. aslında iktisadi bir hakken sosyal bir hakka dönüştürülmesi, onun, devletin pozitif yükümlülüğü altına girebileceğini göstermektedir. ancak anayasa bu görev ve sorumluluğunu mali imkanları elverdiğince gerçekleştireceğini belirttiğinden, bu hakkı tüm yurttaşlarına sağlamaktan kaçınır. sorun da burada başlar.

    devlet, eğer gerçekten insan haklarını korumak ve geliştirmek için varsa, bireyi düşündüğü kadar bireyin var olmasına neden olan, ve bireyden var olan toplumu da düşünmek zorundadır. hatta bu aşamada düşünmesi yetmez -mali gücü oranında da olsa- bu görevini yerine de getirmesi gerekir.
    1 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük