şimdi devam edelim. her ne kadar kendi girdimi referans noktası olarak göstermeyi sevmesem de, bazı noktalara vurgu yapmak için gerekiyor. yalın bir biçimde göze çarpan nokta; 23 paradigmasının pili artık tükenme noktasına gelmiştir ve bu tükenişin nedenlerinden biri de 23 paradigmasını taşıyan sermaye sınıfının uluslarası yeniden yapılandırma gereği, bu paradigmadan vazgeçmesidir. paradigması çöken devlet hızla çözülmekte ve cumhuriyetin temeli tasfiye edilmektedir. şimdi konuyu uzatmayalım ama sakın mevcut statükonun savunulması gerektiği sonucu çıkarılmamadır.
sermaye sınıfının bugün konumlanışı ortada, kendi kuruluş felsefesi ile işin yürümeyeceği de belli. zira kurtuluş savaşının olmadığını iddia etmekte buna benziyor. yakaladıkları kimi doğru noktalar var; elbette bunu günümüzde işin içine islamcılığı katarak, bir neo osmanlıcılık politikası ile yapması zaten kendi yeni eğilimlerini göstermekte.
konuyu dağıtmayalım, sermaye içi çekişmelerin ve ideolojik eğilimleri bu yazının konusu değildir ama belirtmekte fayda vardı. böylece genel eğilimin ne yöne oldu belli olsun. dediğimiz 1919-22 arası bir savaş yaşanmıştır. bunun bir kurtuluş savaşı olarak adlandırılmasında bir sorun yok. işin ismiyle uğraşmak konuyu dağıtmaktan öte bir gaye taşımamaktır. ama kurtuluş savaşının özünün emperyalizme karşı olduğunu söylemek fazla zorlama bir ifadedir.
kemalist kadroların beslendikleri kaynaklar bellidir. kemalizm kendini ittihatçılıktan ayrı tutmuştur ama abdülhamit'ten beri gelen denge siyaseti politikası, türkiye egemenlerinin alışık olduğu bir siyaset tarzıdır. türkiye burjuvazisi en başından beri devraldığı gelenek; kendi korkularıyla beslenen ve denge siyaseti güden bir gelenek. bir yanda dünya ile birleşmenin karlarını yükseltiğini görüyor, ayrıca dış dinamiklerin etkisi ile emperyalizm ile işbirliğine gitmeye çalışıyor fakat diğer yandan ise bağımsızlık arzusu ile yanıp tutuşuyordu. burada mülk sahibi sınıflara emperyalizm çağında bağımsızlık vurgusu yapmıyorum. buradaki bağımsızlık isteğinin kaynağı; kendi iç pazarlarında hakimiyet kurma ya da en azından kendi mevcut statükosunu devam ettirmeye yönelik bir eğilim olarak değerlendirilmeli. aksi halde daha 1848'den beri tarih sayfasına adını gericilikle özdeşleştirmiş bir sınıfa bağımsızlık vurgusu yapmak yanlış olurdu. elbette bu gerici sınfın türkiye öznelinde ilericilikleri olmuştur; bunun en önemlisi cumhuriyettir; fakat bu gene başka bir tartışmanın kaynağı.
şunu görmek gerekiyor; bugün türkiye cumhuriyet'i bir bağımsızlık sorunu yaşıyorsa bu reel sosyalizmin ardından gelen sürecin eseri olduğunu görmek gerekiyor. türkiye kapitalizmine dair bu büyüklükteki bir pazarı kabullenen emperyalist devletlerin, buna rıza göstermelerinin en önemli nedeni bir dış dinamik olan bolşevik devrimidir. politik arenanın gücünü kaçıranların açıkçası siyasetten ne anladıklarını merak ediyorum?
toplarmak gerekirse: bu iddialar yeni değildir ama bugün toplumsallık bulmasının en önemli nedeni sermaye sınıfının eğilimidir. sermaye sınıfının kurtuluş savaşına bakış açısı tıpkı kendisi gibi fazla yüzeysel ve parçalı. olayın bütünlüğünü kaybeden görüşlerin bir bilimselliğinin ve maddi temelinin olacağını düşünmek gerçekten zor.
konunun ilerleyiş konusunun saçma olduğu bir gerçektir. fakat bunun nedenini bütünlüklü görüşleri reddedenler de aramak gerekiyor. bu bütünlüğü sağlayabilecek taraf henüz görülmedi. tabi biz sınıfsal ilkelere göre hareket edenler bu konuda sıkıntı çekmiyorlar, rahatlıkla konunun bütünlüğünü kavrıyorlar.