o çocukları

entry149 galeri
    40.
  1. gişeye gidip, filmin ismini (açılım yapmadan) afişinde yazdığı şekilde zikredip biletininizi istediğinizde, ne gişe görevlisinin ne de yanınızdaki sevgilinizinin sıkıntıya girmeyeceği filmdir.

    gelelim tanım sonrası filmin yorumuna... biraz tersten başlayarak filmin müziklerine değinelim. filmin tema müziği (şarkısı) olan eser, sanılanın aksine bir kıraç bestesi değil; filmin anlattığı yıllarda özellikle istanbul batakhanelerinde, meyhanelerinde, kerhânelerinde, ve pavyonlarında 3. sınıf şarkıcılar tarafından çokça höykürülen ve yanlış hatırlamıyorsam sözlerini selahattin özdemir'in yazdığı "yaşamam artık" adlı arabesk şarkıdır. kıraç'ın başarılı bir şekilde cover'ladığı bu şarkı filme o yılların havasını vermeyi başarmıştır. ayrıca dramatik-akustik çalım, filmin hüzünlü sahnelerine kelimenin tam anlamıyla "cuk" oturmuştur.

    yine sanılanın aksine o... çocukları, bir dönem filmi değildir. malum dönem çıkışlı ve "o" dönemi yüzeysel olarak eleştiren, eleştirirken de yer yer cesaretli davranan (balkondan atma sahnesi) bir yapımdır. fakat ana tema daha sosyaldir.

    türk sinemasının komedi/dram tarzında ortaya koyduğu iyi filmlerden birisi olmasına rağmen, ufak tefek mantık hataları gözümüzden kaçmamıştır. yine de güçlü oyuncuların olması bunu görmezden gelebilmeyi ne derece sağlar bilinmez. yorum sizin.

    gelelim o hatalara: olaylar 1981 yılında cereyan ediyor olmasına rağmen, sanat yönetmeninin ulvî öngörüsüyle bir yıl sonra dillere pelesenk olacak dünyaca ünlü italyan şarkısı (felicita), filmde çocuklar tarafından 1 yıl önceden söylenebilmektedir. mutluluk anlamına gelen bu şarkıyı, albano-romina power çiftinden önce o... çocuğu ferdi söylemiştir.

    ikinci bir hata ise, ihtilâl dönemi olmasına karşın, 23 nisan kutlamalarının, üstelik yabancı ülkelerden çocuklar getirtilerek "gezelim-coşalım 23 nisan'ı kutlayalım" tarzında ülkemde tatbîk edilebilmesidir. o dönemde vatanımda neyin yasak neyin serbest olduğunu iyi bilen bünyeler ne dediğimi anlayacaktır.

    gelelim üçüncü hataya: hazal'ın annesinin gemiye bindiği sahne, kuvvetle muhtemel sıradan bir yolcu vapurunun makine dairesinde çekilmiştir. yük taşıyan büyük gemilerin, büyük makine daireleri olduğunu ilkokul çocukları bile biliyor artık. o uzun ve zorlu yolculuk akabinde italya'ya varış'tan, herhangi bir sahne görmeksizin, yolculuk ceremesi olarak hastalanmış bir anne görüyoruz yatakta... buda cabası tabii...

    ayrıca, hazal'ın babasını da en son işkencesi zeki! türk polisinin onu mahallede podyumladığı sahnede gördük. sonrasında buharaşan babaya hiç bir karede rastlanmadı, esâmesi bile okunmadı. ayrıca ölen kardeşin polise söylediği son söz hiç bir şekilde anlaşılmıyor.

    özgü namal, güzelliği ile büyülerken, daha italyan görünümü kazandırılmak için siyaha boyanan saçları ve belirginleştirilen kaşları dikkatimizden kaçmadı.
    hani çok da yakışmış yavrucağıza. ilk sahnelerde kullandığı aksanla hemen akabinde kullandığı aksanın birbiriyle alakası olmadığı da galiz bir hata olarak beynimize işlemiştir. oyunculuğunu çok fazla zorlayacağı bir rolü olmaması, "vasattı" yorumlarına neden olabilir belki ama bence gerek yabancılaştığı ülkesine ve o ülke insanına savurduğu şaşkın ve anlamaya çalışan bakışlarıyla ve gerekse boynundaki haç'la iyi bir donatella imgesi taşıyordu. ayrıca italyadaki evinden atılması ve sığıntı olarak yaşaması gerçeği, bu işi türkiye'ye "parayı göriim öliim" için gelmiş olmasını bastıramadı maalesef...

    demet akbağ ve altan erkekli... biri filmi sırtlayıp götürürken, diğeri çok az sahnede görünüyor olmasına karşın, halâ zihnimizde kalmayı başarıyor. ikisi de usta ve sahne sayısı paylaşımı olarak sayısal bir dengesizlik olsa da bence eşit yayılmışlar filme... demet akbağ nasılda aklımızdaki manukyan imajını değiştiren bir anaç (eski)hayat kadınına dönüşüverdi değil mi?. rolünün hakkını fazlasıyla verdiğini düşünüyorum. önden fermuarlı elbisesini ve saçındaki bigudiyi hiç unutmayacağız. ayrıca ölen balıklarla ilgili yorumlarında, batı tarzı yaklaşımı ve genel kabul gören kavramları bir çırpıda çöpe atmış olması, senarist sırrı süreyya önder'in muhteşemliğinden kaynaklanıyor olsa gerek.

    sarp apak bu filmde ilk defa vücut dilinden çok gözlerini konuşturmuş. sahnelere dikkat ederseniz, büründüğü rolle ve verdiği duyguyla ilgili gözlerine yüklediği anlamı görebilirsiniz. bence komedi/dram türü için iyi bir yüz.

    gelelim ipek tuzcuoğlu'na... yüz mimiklerini çok iyi anlayamadık çünkü o mimikleri kapatan kâhkülleriydi buna engel...
    sol görüşün neden hep dışlandığını ve kabul görmediğini acı bir dille anlatan "suçumuz insanları sevmek" açılımına verdiği cevapdaki mükemmelliği, yüzündeki saflık ve aptallık arasındaki çizgiyle birleştirmesi inanılmazdı bence. ayrıca vurulma sahnesi öncesinde üstün bir performans sergilediğini düşünüyorum.

    filmin küfürlü olması bence çok gerçekçiydi. o hayatın içindeki insanlar salon ağzıyla konuşmuyorlar zaten. ayrıca illede küfürsüzlük arayanlar için; özgü namal ve altan erkekli'den film boyunsa hiç küfür duydunuz mu?

    son söz senaristimize ve yönetmen mustafa saraçoğlu'na: bu filmdeki dialoglarla hayatın olması gerektiği gibi değilde olduğu gibi olduğunu bize gösterdiğiniz için teşekkürler.
    9 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük