68 kuşağı üzerine yaratılan yanlış efsanenin çöküşünü sağlayarak o kuşağın ölmüş temsilcilerine gerçek anlamda saygısını ileten; elini, çıkış yolu anlamında kuşağın yaşayanlarına ve ortada kalıp 68 ruhu arayışına düşmüş yeni kuşağa uzatan; tartışılmakta olan 68 meselesini en bilimsel, en sağduyulu, en demokrat çerçeveden görüp gösteren bilgi üniversitesi rahatsız edicilerindendir;
konu üzerine şimdiye dek yazılmış en iyi yazıyı kaleme almıştır. 78 kuşağının yanlışlıklarına yorum arayanları mest edecek bu yazıyı okuyunca, keşke böyle bir yazı 1974 yılında kerim yaman'ın ölümünün hemen ardından yazılabilir ve okunabilir olsaydı, demek istedim. trajedimiz bu boyutlarda olmazdı, travmamızı şimdi çoktan aşmış olurduk...
taraf gazetesinin 22 mayıs tarihli sayısında yayınlanan yazısı şöyle:
40 yıl sonra... daha fazla 68
Genellikle içinde yaşanılan zamanda değişim ve beraberinde gelen sorunlar sizi aşıyorsa, yeni durumları anlamak için kelimeleriniz yetersizse eskiyle idare edersiniz. Yeninin gücü karşısında eksikliğinizi ve ezikliğinizi eski kelimelerinizle gidermeye çalışırsınız. Çaresizliğinizi sık sık geriye, efsanelere, efsaneleştirdiğiniz geçmişinize dönerek örtmeye çalışırsınız. O geçmiş aslında çok karmaşık bir gerçeklikler bütünü olmasına rağmen, o karmaşıklığı bugünkü ihtiyaçlarınıza en uygun şekilde basitleştirir, gerçekliğin sadece bir cephesini ‘gerçek’ olarak ilan edersiniz. Sonuç olarak yaptığınız şey, aslında soluğu kesilen eski bir yapının ya da dilin sadece yeniden üretimine katkıda bulunmaktan, o yapıyı kutsallaştırmaktan başka bir şey değildir.
Bugün Türk tarihi üzerine, Atatürk üzerine sürdürülmeye çalışılan dil, böyle bir çaresizliğin ve basitleştirmenin ürünüdür. Bu dile göre, tarih çok farklı insanların, görünmez kılınan, yenilmiş olan insanların hikayeleri değildir. Karmaşık ilişkilerin, ittifakların, öngörülmeyen sonuçların, zaman içinde başkalaşan, farklı tezahürlere bürünen siyasal ve toplumsal hareketlerin tarihi değildir. Buna karşılık, yeni olanın karşısına koymak için kutsallaştırılarak dondurulmuş bir tarihtir. Bu tarih dili, bu tarih boyunca kazanmış olanların, üstün gelmişlerin dilidir; iktidarın dilidir...
Her dönemin söylemi ya da kurgusu, bir önceki dönemin karmaşıklığının üzerine yerleşmiş olan, her şeyi sabitleştirmeye çalışan bir kurgudur. Bu kurgu geriye dönüp, geçmişi yeniden yazan bir kurgudur. Ancak bu kurgu bütün iddiasına, bütün çabalarına, bütün ikna teknolojilerine rağmen, herşeye hâkim olamaz. iktidar ilişkilerini saklayan bu kurgunun içinden yeni sesler çıkar, direniş çıkar. Sabitleşmiş iktidar dili bu direnişle, yeni pratiklerle başa çıkamaz; kelimeleri yetmez... işte muktedir olanlar bu yeni durumlara kendilerini adapte edip, yenilenemezlerse sahip oldukları dilin 'tek dil', 'tek gerçeklik' olduğunu dayatabilecek kutsallaştırma operasyonlarına girişirler...
işte yeniyi anlayamayan ve eskiyi kutsallaştıran bir iktidar dili olarak kemalizmin gölgesindeki, "Türk 68'i"nin bugün sorgusuz-sualsiz kutsallaştığı bir dilin sahipleri tam da böyle bir operasyon içindeler... Geçtiğimiz haftalarda katıldığım bir "Siyaset Meydanı" programına damgasını vuran, 'bugün' ve 'yeni' karşısında çaresiz kalan, kelimeleri yetmediği için 68'i kutsallaştıran dil tam da böylesine 'eskiye' sığınan bir dildi...
Söz konusu program, on yıllık dönemlerin geride kalmasıyla, bir bakıma yeniden devreye giren 'hatırlama' pratiklerine bağlı olarak bütün dünyada ve Türkiye'de de yeniden güncellenen 68 anlatısının en muhafazakar yorumunun hâkim olduğu bir programdı. Avrupa'daki 68 hareketinden farklı olarak Türk 68'ine ve sonrasına nasıl darbeciliğin ve şiddetin dilinin hâkim olduğu yönünde benim dile getirmeye çalıştığım görüşler, bir anda salonda bulunan '68'lilerin' neredeyse tamamı tarafından 'yanlış bilgi' olduğu gerekçesiyle hızla savuşturuldu... Ancak ilginç bir şekilde, bu 68'liler, şiddete bulaştıklarını kesin bir dille reddederken, bir yandan o dönemde herkesin nasıl bir anda bellerinde silahlar görülmeye başlandığını, üniversitenin duvarlarındaki kurşun deliklerini anlatıyorlar; diğer yandan da program sırasında, içinde 'savaşların', 'siperlere dayanmaların' geçtiği marşları terennüm ediyorlardı! Etkilendikleri okumalar arasında Doğan Avcıoğlu'nun Yön dergisinin baş köşeyi işgal ettiğini anlatıyor; Avcıoğulu'nun 'zinde kuvvetler' ve askerlerle işbirliğiyle yapılacak 'devrim-darbe' stratejilerini hatırlatıyorlardı...
Kuşkusuz, Türk 68'i sadece Doğan Avcıoğlu ve benzerlerinin ve de o gün 'Siyaset Meydanı'na katılanların çoğunluğunun darbeci ve cuntacı zihniyetleriyle anlatılabilecek bir dönem değildi. Ancak Türk 68'inin zaman içinde izlediği güzergaha bu çizgi damgasını vurdu.
1968'e doğru gelirken, bütün dünyada olduğu gibi Türkiye'de genç kuşaklar taleplerle sokağa çıktılar. Dünyanın, özellikle Avrupa'nın çeşitli kentlerinde gençler sanayi sonrası toplumun sıkıntılarını üzerlerinde taşırken, Türkiye'de gençler sanayileşmenin ve ona bağlı kentleşmenin, sınıfsallaşmanın sorunlarıyla içiçeydiler. Türkiye'de gençler adaletli bir toplumsal değişim, değişim içinde söz sahibi olma gibi arzularla isyan ederken içinde yaşadıkları toplumun, 27 Mayıs gibi askeri bir darbenin ve daha da önemlisi Türkiye'nin yukarıdan aşağıya otoriter modernleşme tarihine damgasını vurmuş olan kemalizmin dilinden bağımsız değillerdi. Adalet ve özgürlük gibi taleplerini anlatmaya çalışıyorlar, ancak bu taleplerini, içinde yüzdükleri, onları da biçimlendiren bir hâkim dil vasıtasıyla anlatabiliyorlardı. Ama onların taklit ettikleri dilin 'gerçek' sahibi muktedirler, kemalist de olsa, "isyan"a tahammül edebilecek bir niteliğe sahip değildi. Gerillacılık yapan, halk kurtuluş orduları, kurtuluş cepheleri kuran bu gençleri acımasızca büyük bir şiddetle kırdılar; büyüklerin şiddeti küçüklerin kahramanlığını ve şiddetini ezdi geçti...
Ancak Türkiye ve sol şemsiye altındaki gençlerinin 68'den itibaren şiddet sarmalına girmeleri, 68 kuşağının içindeki farklı renkleri görünmez kıldı. En güçlü şiddet potansiyeline sahip ordu ve cuntacı-darbeci girişimlerle zaman içinde aralarına mesafe koymuş olsalar bile, daha sonraki kuşaklara bir miras olarak aktarılan şiddet yoluyla iktidarı ele geçirme niyeti, 'iktidar namlunun ucundadır' sloganıyla yoluna devam etti. Niyetleri ne olursa olsun (kontrgerilla ve faşistler karşısında meşru savunma, insanların hakça yaşadığı sosyalist bir toplum için devrim vb.) toplumda şiddetin yeniden üretilmesinde 68 kuşağının hâkim dili pay sahibi oldu. 'Sağ'ından 'sol'una şiddetin meşru olduğu, herkesin kendi hesabına şiddeti yücelttiği, militerleştiği bir toplumda en büyük 'şiddetli' darbe 1980'de kolayca meşruiyet kazandı...