erdal eren

entry568 galeri video13
    464.
  1. Zamanın asla iyileştiremeyeceği yaralar vardır bu memleketin topraklarında.
    Bazen ismi değişir, bazen cismi değişir, ama yaralar unutulmaz asla, kanar durur.
    Ağustos’un son yaprağı da kopar takvimden ve Eylül girer, hava aldıkça sızlayan bir diş gibi…
    Ben her Eylül’de boynuna darağacı asılan çocukları hatırlarım, son bakışı içimize oyuklar açan çocukları…
    Sırtından çıkarıp attığın bir hırka gibi soyunabilir misin inancını, dinini, ırkını, etnik kimliğini, politik görüşünü?
    Seni, bir diğerinden ayıran ne varsa hemen şimdi kurtulabilir misin ondan?
    Sadece ‘insan’ olarak, hiçbir görüşün etkisi altında kalmadan yazalım gel bu yazıyı seninle.
    Okunsun diye değil inan, dokunsun diye merhametten yoksun yüreklere.
    Sen geçir içinden cümleleri, ben dizeyim yan yana kelimeleri.
    Aynı pencereden bakmayalım yine hayata, aynı dine inanmayalım, aynı partiye oy vermeyelim, aynı grubun içerisinde yer almayalım, ama saygı duyalım birbirimize gel!
    Kabul etmesek de birbirimizin fikirlerini, ikimiz de her şeyi yapalım birbirimiz için, dile getirebilmek adına inandıklarımızı.
    Elli kiloysak eğer, kırk dokuzu merhametmiş gibi yaklaşabilelim birbirimize.
    Kızmadan, kırmadan, incitmeden… Bizim de payımıza nar ağacı değil, darağacı düşmüşçesine.
    Bak o zaman sen de anlayacaksın, neden on ikisinden vurulan bir Eylül’ün hala içimizi sızlattığını.
    insanlığımızı bir kenara bırakıp, siyah gözlüklerle baktığımızda canını acıtıyoruz, sırf bizim gibi düşünmedikleri için diğerlerinin.
    Elimize gücü geçirdiğimiz an, gözünün yaşına bakmıyoruz, çocuğun yaşına bakmadığımız gibi!
    Sen de yapıyorsun bunu, ben de yapıyorum. Hiç inkâr etme!
    işte sırf biz böyle olduğumuz için Eylül’ün faşizmi bitiyor, Temmuz’un faşizmi başlıyor.
    Özgür zannediyoruz kendimizi, özgür… Ama aslında sadece iplerimiz uzun.
    Ve bir farkı yok aslında bugünün dünden, değişen sadece ipleri tutan eller.
    Tiradlı konuşmalar yapsa da her Eylül birileri çıkıp, biz yine ‘Asmasaydık da beslemese miydik?’ repliklerini hatırlatılıyoruz bu çirkin filmin.
    Herkes kendi penceresinden bakıyor ve bazıları ‘hala on yedi yaşında’ olanların yaşanmamışlıklarına ahlanıyor.
    Daha düşmemişken gönlü bir sevdaya, daha bir mektup bile alamamışken bir sevgiliden, yitip gitti bir çocuk.
    Daha tatmamışken bir ayrılığın acısını, bir çocuğun özlemini, bir galibiyetin sevincini, gitti.
    Daha başını okşamamışken yavrusunun, daha açmamışken kendi evinin kapısını, çekip gitti.
    Yaşını büyütmek, yaşadıklarını uzatmaya yetmemişti aslında, bunu bir biz fark ettik.
    Dal gibi incecik bedeniyle, ‘Ölmekten korkmuyorum!’ dedi.
    O hep on yedi yaşında kaldı, ölü çocuklar büyümezdi…
    Ne fidanları aldı bu topraklar kattı kendisine, yine de gözü doymak bilmedi.
    Eli böğründe kaldı bir annenin. Bakakaldı oğlundan geriye kalan yarım paket Bafra sigarasına, bir kol saatine, bir de kaleme…
    işte böyleydi bir dönemin hikâyesi… insanlık en büyük acıyı solunda tattı, sağ-a kalması imkânsızdı…
    0 ...
bu entry yorumlara kapalı.
© 2025 uludağ sözlük