sadık yalsızuçanlar'ın hiç adlı kitabında yer alan öyküsü. sarsıcı bir metin. sen/ben ben kim olduğumu unuttum sen öyle ben. eylül/ben sen/eylül...
Seninle tanıyorum bu eylül sokağı, bu daha önce görmediğim patika, bu ağzı
kesik uçurtma,
bu babamın sakin, sarı cesedi...
Seninle görüyorum bu Ankara sonbaharında
inildikçe içimdeki kuytulara sızıyor. ilk kez yürüdüğümüz yalnız,
savrulan kuru yapraklar, caddelerde yanan adımlarıyla mutsuz, tedirgin
insanlar...Seninle biliyorum bu miladı yalnızlığımın, yalnızlığım bir ortaçağ
masalı. Ahir zaman alameti gibi saçaklarına eğilmiş, fettan...
Seninle oturuyorum
daha önce düşmediğim balkonlardan sarkıtarak sesimin hiç duyulmamış
cinlerini. Seninle bir cesedi diriltmek üzere yanarak arınan yüreğimle yediyorum
bahar diye yaşanılan küçük, kurnaz günahları. Seninle geziyorum,
küçülen küçültülen bir sinek gibi Firavun'un beynini, Nemrud'un sarayını
yıkıyorum bir karınca gibi seninle. Seninleyken kör ve çirkin bir ses gibi sokularak
yanlarına, bir abese düşürüyorum canevine. Ansızın siyah derisinden
körlenen ve asla geri gelmeyecek hacıleylek gibi uçuyor, kötürüm yolcuların,
şaşı kadınların ve üveyiklere diş bileyen kansız avcıların doluştuğu gemi gibi
batırıyorum siyahi yanımı sulara. Seninle açılıyorum açıldığımda yaratılan
dipsiz sulara. Seninle yüzüyor ve çıkıyorum kuşların kanatlarıyla derlediği
mavi kıyılara. Seninle tanıdığım eylül bu değildi. Orada ölüm en ciddi ve
ağır gizlerini değerli tutardı. Hep saklıydı sancısı. Büyüdükçe incelir, yeniden
tomurcuklanırdı, fışkırtırdı gürbüz filizlerini. En şiddetli filizkıranlardan asude
bir rüzgar olup eserdik seninle. Seninle aynı sırrı yiyen kardeşler gibi aynı
şafakta uyanır, ak alnımızı yere koyardık. Toprağı öperken duyardık ellerinin
ıslığını. Seninle doğrulur doğrulturduk saatlerimizi. Vakti gelince kızıl bir hülya
halinde şehrimizi, şehrin bize ait olmayan çehresini, giderek bize ait olduğunu
öğrendiğimiz yeryüzünün yüreğini kana boyardık. Bir güneş gibi batarken ne
solgun, ne sararmış, ne soylu sesimiz olurdu. Seninle çiğnediğimiz bu toprak,
şimdi gözlerini kılcal sözlerden de çekerek
ötedünyaya taşıdı. Seninle içtiğimiz suyun sesi paslandı, sindi dört unsurun
hakikati, sinik bir ses kaldı eylül sokağında kuru yapraklarda. Sensiz bu
sokağın adı yok, tadı kalmadı sensiz yeryüzünün. Sensizlik teneşirde suskun,
beyaz, kuru bedeni gibi babamın. Zaman zaman düşlerimize sokulan ve bizi
bir gülün kanadından geçirerek yatıştıran öfkeye benziyor şimdi hayat.