milat

entry64 galeri
    8.
  1. sadık yalsızuçanlar'ın hiç adlı kitabında yer alan öyküsü. sarsıcı bir metin. sen/ben ben kim olduğumu unuttum sen öyle ben. eylül/ben sen/eylül...

    Seninle tanıyorum bu eylül sokağı, bu daha önce görmediğim patika, bu ağzı
    kesik uçurtma,
    bu babamın sakin, sarı cesedi...
    Seninle görüyorum bu Ankara sonbaharında
    inildikçe içimdeki kuytulara sızıyor. ilk kez yürüdüğümüz yalnız,
    savrulan kuru yapraklar, caddelerde yanan adımlarıyla mutsuz, tedirgin
    insanlar...Seninle biliyorum bu miladı yalnızlığımın, yalnızlığım bir ortaçağ
    masalı. Ahir zaman alameti gibi saçaklarına eğilmiş, fettan...
    Seninle oturuyorum
    daha önce düşmediğim balkonlardan sarkıtarak sesimin hiç duyulmamış
    cinlerini. Seninle bir cesedi diriltmek üzere yanarak arınan yüreğimle yediyorum
    bahar diye yaşanılan küçük, kurnaz günahları. Seninle geziyorum,
    küçülen küçültülen bir sinek gibi Firavun'un beynini, Nemrud'un sarayını
    yıkıyorum bir karınca gibi seninle. Seninleyken kör ve çirkin bir ses gibi sokularak
    yanlarına, bir abese düşürüyorum canevine. Ansızın siyah derisinden
    körlenen ve asla geri gelmeyecek hacıleylek gibi uçuyor, kötürüm yolcuların,
    şaşı kadınların ve üveyiklere diş bileyen kansız avcıların doluştuğu gemi gibi
    batırıyorum siyahi yanımı sulara. Seninle açılıyorum açıldığımda yaratılan
    dipsiz sulara. Seninle yüzüyor ve çıkıyorum kuşların kanatlarıyla derlediği
    mavi kıyılara. Seninle tanıdığım eylül bu değildi. Orada ölüm en ciddi ve
    ağır gizlerini değerli tutardı. Hep saklıydı sancısı. Büyüdükçe incelir, yeniden
    tomurcuklanırdı, fışkırtırdı gürbüz filizlerini. En şiddetli filizkıranlardan asude
    bir rüzgar olup eserdik seninle. Seninle aynı sırrı yiyen kardeşler gibi aynı
    şafakta uyanır, ak alnımızı yere koyardık. Toprağı öperken duyardık ellerinin
    ıslığını. Seninle doğrulur doğrulturduk saatlerimizi. Vakti gelince kızıl bir hülya
    halinde şehrimizi, şehrin bize ait olmayan çehresini, giderek bize ait olduğunu
    öğrendiğimiz yeryüzünün yüreğini kana boyardık. Bir güneş gibi batarken ne
    solgun, ne sararmış, ne soylu sesimiz olurdu. Seninle çiğnediğimiz bu toprak,
    şimdi gözlerini kılcal sözlerden de çekerek
    ötedünyaya taşıdı. Seninle içtiğimiz suyun sesi paslandı, sindi dört unsurun
    hakikati, sinik bir ses kaldı eylül sokağında kuru yapraklarda. Sensiz bu
    sokağın adı yok, tadı kalmadı sensiz yeryüzünün. Sensizlik teneşirde suskun,
    beyaz, kuru bedeni gibi babamın. Zaman zaman düşlerimize sokulan ve bizi
    bir gülün kanadından geçirerek yatıştıran öfkeye benziyor şimdi hayat.
    2 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük