Küçük bir çocukken tuhaf ve birazda tiksindirici bir merakım vardı. Altı yedi yaşlarındaydım. Hayvanları çok severdim. bir gün mutlaka biyolog ya da zoolog olacaktım. ilk hayvanım sahil bölgelerinden birinde dedemle pazar yerinde gezerken gördüğümüz civcivler olmuştu. Üç sevimli civcivi birkaç hafta besledim fakat birbiri ardına öldüler. Hepsi için ayrı ayrı tören düzenleyip bahçeye gömdüm ama aklımdan çıkmıyorlardı. Hem öldükleri için üzülüyor hem de o an ne durumda olduklarını merak ediyordum. Sonra bir sabah bizim sokaktaki çocuklarla oyunu yarıda kesip bahçenin en ücra köşesinde duran mezarlıklarını ziyaret ettim. Elimde kum küreğim ve tırmığımla. Sadece görmek istiyordum. Kazmaya başladım tabii sonunda karşılaştığım görüntü korkunç olmuştu. Berbat bir koku eşliğinde ıslak ve kurtlu et. Bu ritüeli her gün tekrarlamaya başladım ta ki sırf kuru kemik görene dek. o Zaman şu genellemeyi yapmıştım sevdiğimiz herkesin ve her şeyin içinde bu çirkin kurtçuklar var. Sevdiklerimizi görmediğimizde dışarı çıkıp onları alt ediyorlar. Bir daha asla sevdiğim şeyleri yalnız bırakmayacağıma yemin etmiştim.
Sonra yine Deniz kenarındayken küçük bir balıkçı teknesi yanaştı. Dedemle balıkları görmeye gittik. Oradaki adam balıklara hayran hayran bakışımı görünce bana bir camgöz ve denizatı hediye etti. O dönem Marmara'da yeni yeni görülmeye başlanmış bir köpekbalığı türüydü. Yavru köpekbalığını kum kovamın içinde eve götürmüştüm tabii çoktan ölmüştü hayvan. Büyüklere görünmeden mutfaktan bir meyve bıçağı aşırıp bahçeye indim. yumuşak ve beyaz karnından derin bir kesikle başladım işe. köpekbalığının içinin civcivlerden çok başka olduğunu anlamam uzun sürmedi. Civcivlerim yumuşacıkken bu balık kauçuk gibi sert ve kaygandı. Derisinde iğne gibi batan tuhaf şeyler vardı. Sonra onu da gömdüm. Ve küçük ziyaretlerim başladı. Bu sıralarda iki köpek ve mahallenin tüm kedilerini ben besliyordum. mezarlığı onlardan korumak pek kolay Olmuyordu.
Bir gün mahallenin kedilerinden birini ağzında öldürdüğü yada ölü bulduğu küçük bir yılanla koşarken gördüm. yılanı alıp önce içini açtım. Sonu elbette mezarlığım oldu. Hepsi aynı şekilde kurtlanıp kuruyordu. Sonra büyüdük. Mezarlıklarımız da büyüdü. Sevdiğimiz insanlar da bir bir ölmeye başladı. Şimdi Her mezarlık ziyaretimde aklıma küçükken yaptığım saçma deneyler ve çıkarımlarım gelir. Neyi anlamaya çalışıyordum hala bilmiyorum. Bazen eski mezarların kenarlarından insan kemiği parçaları çıkar. Belki küçük bir eklem kemiği. Ağaçlar ve toprak böceklerle doludur. Biraz daha aşağısıysa taze Eti kemiren kurtçuklarla. Her şeyden tiksinen ben hala bunlardan tiksinmem. Ve hala aynı çocuksu şey aklıma gelir. " biz sevdiklerimizi yeterince çok sevmediğimiz ve onları koruyamayıp yalnız bıraktığımız için içlerindeki çirkin kurtçuklar onları alt etti."