tarih ve kültür meraklısı olarak uzun araştırmalar sonucunda gittiğim, yapılabilecek her şeyi yaptığım ancak doldurulamamış tuhaf bir hisle döndüğüm şehir.
öncelikle hatay'a 4 gün ayırdım ve 2 günü bu şehirde geçti. ilk gün harbiye'deydim. ikinci gün eski antakya, st. pierre, habib-i neccar ve çevresindeki kiliseler, şehir merkezindeki tüm enstantaneler. sabahtan geceye kadar.
3. gün samandağ (titus tüneli, vakıflı köyü, çevlik plajı, hz. musa ağacı vs.), son gün de iskenderun.
öncelikle bu toprakların tuhaf bir büyüsü olduğunun farkındayım. ayak bastıktan sonra kesinlikle sıradan türkiye izlenimi almıyorsunuz. suriye etkisi altında, binlerce yıllık geçmişin heybetini barındıran bir ortadoğu şehri burası. ülkedeki 60 ile giden biri olarak ve kendi kulvarındaki (mardin, gaziantep gibi) şehirlere defalarca gitmiş biri olarak şunu söylemeliyim ki, o şehirlerden çok farklı bir lezzeti ve büyüsü olmasına rağmen onlar kadar etkilenmediğim şehir olmuştur.
bunda şehri yönetenlerin payı var mı bilemeyeceğim ama, harbiye'de yediğiniz yemekte lezzet kalmamış. fastfood ürünü gibi tüketim odaklı bir sistem kurulmuş. şehirde çevreyolu haricinde yol yok. geri kalan tamamen oyuklarla dolu tarla görünümlü asfalt. üstelik şehir merkezinde en çok dikkatimi çeken şey, merkezî yerlerde trafik ışıkları yok! tam bir karmaşa. herkes kafasına göre.
şehri ikiye bölen asi nehri, cazibe merkezi olacağına çöplük ve pislik yuvası olmuş. tam bir rezillik. ayakkabıcılar çarşısı ve çevresindeki eski çarşı sanki hâlâ bin yıl önceye hizmet veriyor. bu iyi mi kötü mü anlayamadım.
şehrin her tarafı harabe görünümünde. yeni binalar bile antakya'ya yakışmamış o derece. primemall gibi alışveriş merkezleri de bu yüzden sanki eğreti durmuş.
evet, şehre asıl anlam veren şey yemekleri. bu kültüre asla lafım yok ama bu da artık sanki evlerde yaşatılıyor gibi. meşhur denecek yerler, yukarıda da belirttiğim gibi fastfood tarzına geçmişler. tam bir hayal kırıklığı.
kozmopolit kültürüne de diyecek yok. hıristiyanların müslümanlarla, türklerin araplarla ve diğer kimliklerin iç içe bu kadar güzel yaşamaları çok hoş. sizi etkileyen en büyük tarafı da bu zaten.
ama bir şeyler eksik kalmış burada. zaman durmuş gibi. şehrin tadı, tuzu eksik. mardin'de her kareye aşık olan ben, burada vay be dediğim bir an bile yaşayamadım.
hatta samandağ'ı, antakya'dan çok daha etkileyici buldum diyebilirim.
antakya günümüzde halep'ten, lazkiye'den çok çok geri kalmış. kıyaslayabileceğim şehir bunlar olabilir çünkü kültürel yakınlıkları çok fazla. türkiye'de bu konseptte dediğim gibi fazla il yok.
özetle, kendimi yer yer yabancı hissettiğim, binlerce yıllık tarihinden gerekli lezzeti alamadığım, gerekli hizmeti göremeyen şehir.
ama siz yine de bana güvenmeyin. gidin, kendiniz gezin, görün. belki benim tutturamadığım o frekansı siz yakalarsınız.