Bizim burada eski bir kahvehane var. Önünde üç tane akasya ağacı, ilerisinde ise ağır ağır akan bir dere bulunuyor. Oraya gider, beni tanımayan insanların arasında otururum. insanları izlerim, muhabbetlerine kulak kesilirim. Akasyadan bir yaprak düşer, ilerdeki ışıklarda duran otomobillerin camından bir gölgenin başı bana doğru birkaç saniye döner. içten bir bakışla süzerim o insanları. Sonra siyaset, futbol, gereksiz bir yığın şey konuşulur. Aklıma Yusuf'un uzun uzun bakışları gelir. Dilime gelen şeyleri söyleyebilecek birilerini ararım, bulamam. Kendimi unutup Topluma ne zaman eklemlenmeye çalışssam başarısız olurum.
Dün de aynısı oldu. Uzakta bir dağ köyüne gittik. ihtiyar bir kadın bana kabaklarının nasıl olduğunu anlattı. Yüzündeki çizgilerin derinliğine bakarak onu dinledim. Bu kahredici sinmişliğin bitmesi, o kadının benim ilgisiz gibi durup üzüntüye kapılmaması için çok çaba sarfettim. O anlattı ben de gülümseyerek dinledim. Anlattıklarını unutup bir daha bir daha anlattı aynı şeyleri. Hiç bozuntuya vermedim. Tekrar tekrar dinledim. Sonunda gönül rahatlığıyla sözlerini sonlandırdı. Sonra bahçedeki bir sedire uzanıp çatıların uçlarına baktım. Buna benzer bir çatının ucunda geçen ay bir karı kocanın kararsızca işledikleri bir hataya aracılık etmiştim. Gözlerimi çevirdim. Pişman oldum. Yeniden. Sonra 4-5 yaşında iki kız çocuğu gelip yanıma uzandı. Bana ninni söylemelerini istedim. ikisi de bana bildikleri birer ninniyi sırayla söylediler. Tam uyuyacakken küçük olan çocuk üzerime çıkıp uykumu böldü. Ona kızmadım. Gülümsedim. Konuşmaya çalıştım onlarla. Şaşırdım. Yine aynısı olmuştu. Ben çocuklarla hiç olmadığım kadar rahat konuşuyordum. "O çocuklar büyüyecek" diyordu bir şiirde. "O çocuklar büyüyecek" sonra kalktık.Giderken çocukları öptüm, ihtiyar kadına sarıldım. Akşam oluyordu. Otomobilin arka koltuğunda uzaklara bakıyordum. Tam o kahvenin ilerisindeki ışıkta kırmızıda durduk. Kafamı çevirip hep oturduğum masaya birkaç saniye baktım. Oradaydım. Gülümsedim.