sene kaç bilmiyorum aslında hatırlamak istemiyorum. hayatımızı sıkıştırıp sakladığımız günler ve beğeni dediğimiz nesne bizim için farklı kulvarlarda koşan atlar gibi. fakat bu kulvarların arasında bozkırın tezenesi yok. arada bir şarkılarını açıp dinliyoruz ve o cahilliğimizle bozkırın tezenesi ile güya dalga geçiyoruz.
neşet ertaş'ın türkülerini/çaldığı sazı ve saz düzenine verilen kara düzen ismi ile akın akın dalga geçiyoruz. terennüm ettüklerimiz hep aynı şeyler. bir tatminsizlik içinde yüzüyoruz ve yüzme stilimiz kara düzen.
sonra bir gün birisi abi gidip konserde yerinde dinleyelim malzeme daha çok çıkar bize dedi. gittik. iğnenin yere düşme ihtimalinin sıfıra yakın olduğu bir durum söz konusu idi. o kocaman stadın ortasına kurulu sahnede neşet ertaş tüm anadoluluğu/mütevazılığı/insanlığı ile duruyordu. o an kısa sürdü/küçük bir konuşma/önünü iliklemesi sonra söylediği türküleri.
sandım ki sadece ben utanıyorum o an. oysa orda bulunan herkes kendinden utanıyor imiş neşet ertaş'ın sazından/sesinden süzülen her nağmede.
o konser bitiminden sonra kimse konuşmadı dönüş yolunda. eve gidince de herkes sessizdi. sonra yavaş yavaş herkes eteğindeki taşları döktü ve ortak utancımızı anladık. ilk önce o konsere gitmemiz için ön ayak olan arkadaşa saydırdı herkes ama sonradan bize yaptığının en nihayetine bir iyilik olduğu paydasında buluştuk.
sonra neşet ertaş konserlerine bir daha gitmedik/gidemedik. karşısına çıkacak yüzümüz yok idi. gittiğim ilk ve son neşet ertaş konseri idi. sanıyorum utancım geçinceye kadar da hep öyle kalacak. allah uzun ömürler versin bozkırın tezenesine hep söylesin/hep dinleyelim. müziği eksilmesin penceremizden hiç
hiç
hiç
hiç
h
i
ç
.
.
.
Garibim yoldaşım bir gırık sazım
Feleğin elinde yazılmış yazım
Geçti ömrüm daha gülmedi yüzüm
Baharım güz oldu yazım kış oldu