aşk

entry15848 galeri video56
    13759.
  1. metafiziğini yapmak bana düşmez ama insanın var olduğu andan itibaren kendisine en çok atıfta bulunulan duygulardan - ya da her neyse- biri olması, kendisi hakkında birkaç bir şey söylememizi gerektirir.

    aşkın serüveni de tıpkı diğer ideler/kavramlar/olgularda olduğu gibi bulunduğu ya da yaşandığı çağın akılsallığına ( bu ifade bulunduğu döneme göre değişir aslında ama yazının iyiliği için s*tir edelim) göre biçimlenmiştir ve farklı şekillerde açıklanagelmiştir. bi' dönem popüler olan düşünce, aşkın evrimin seyri gereği insanlarda verili bir mekanizma olarak bulunan bir araç olduğu idi. ( bu hala bazı çevreler için geçerli bir düşünce.) insanın devamlılığını sağlayacak bir şeye, çağdaş insanın kendisinin hayvandan daha fazlası olduğuna yönelik güçlü inancı sebebiyle, değişik anlamlar yüklenmesi durumu yani. diğer bir deyişle, insanın sadece türün devamlılığını sağlamak suretiyle pragmatik ve duygusuz çiftleşme eyleminde bulunmayı onun insan olarak onurunu/saygınlığını ayaklar altına alan bir durum olarak aşağılaması. zaten bireyin evrimin parçası olarak bu tarz bir rolün dolaysız bilincinde olduğunu söylememiz de pek mümkün görünmüyor. yani kimse " dur ya,çok sağlıklıyım, neden genleri en az benim kadar temiz biriyle birlikte olmuyorum ve sonra çocuk yaparak türün devamını sağlamıyorum?" gibi retorik bir soruyu kendisine sormuyor. bu gerçeklik, değer üreten, sanatla uğraşan, psişik ve tinsel bir varlık olarak kendisini konumlandırabilen ve kendisi hakkında tefekkürde bulunabilen bir insanın bilinçaltına itilir. doğal olarak da aşk her zaman için bize biçilen evrimsel rolümüzden fazlası olarak görülür. romantik ilişkilerdeki problemlerde, bu durumun kadın ve erkek rollerindeki tezahürü olduğu da gözden kaçırılmamalıdır. ilişkinin dinamiğini etkileyen tek faktör elbette sadece bu değildir. ( çocukken, anne-babadan sandığımızdan daha fazla etkileniyoruz ve aşk tasavvurumuzu oldukça şekillendiriyorlar.) kadının daha duygusal,anaç, geçmiş-geleceğe takıntılı olması karşısında erkeğin daha az duygusal, daha sonuç odaklı, cinselliğe düşkünlüğü ve diğer tüm cinsiyetçi saptamalar aslında az önce değinilen durumun insandaki etkileridir. insanın fizyolojisine daha yakından bakılırsa, hissedilen duyguların ve ya hastalıkların beyindeki kimyasalların miktarlarına bağlı olarak değiştiği gerçeği de hatırlanacaktır. bazı kimyasalların diğerlerine göre fazla olup olmaması düşünme şeklimizden tutalım, içerisinde bulunduğumuz psikolojik rahatsızlığa kadar etkiler. bütün bunların ışığı altında gerçekten "aşk" denilen şeyden bahsedebilir miyiz? bizi piyon olarak kullanan evrimden ve hormonlar/kimyasallarımızdan bağışık; filmlerde, şiirlerde her yerde bahsedilen o duygunun olanağından bahsedebilir miyiz? bir insan başka birini gerçekten sevebilir mi?

    ben aşk'a inanmıyorum. özellikle insanlara baktığımda, birlikte oldukları insanları sanki onların yerine başkalarını koysalar da fark etmeyecek şekilde sevdiklerini düşünüyorum. yani sevilen şey beden, içindeki değil. kimsenin yeri doldurulamaz değil gibi davranıyorlar. sevgi var, ama nesnesi hep değişiyor. o zaman o ulvi, mutlak, yüce duygunun vücut bulduğu insanların önemi yoksa, neyi seviyoruz biz?

    heteroseksüel ilişkilere nedense yukarıda üstünkörü değindiğim fizyolojik eğilimlerin kendilerine yer edinmeleri olarak bakıyorum. bir insanın sevmesinin ilk nedeni, kalkış noktası, o kişinin karşı cinsten olması. cinsiyet, en önemli faktör salt aşk'ı lekeleyen. bir erkeğin, gay olmadığı halde, konuşurken aşırı derecede etkilendiği kişinin aslında erkek olduğunu fark ettiğinde soğuması cinsimizin, aşkın önüne geçtiğini gösteriyor. benim savunduğum ise, bir bedene sokulmamış, şekilsiz, kişinin kendindeki-şey'inde olan her ne ise, ona yönelmektir. " ne yapah yani, insanların cinsiyetine bakmadan nası' konuşabiliriz? cinsiyetsiz insan olur mu ki? cinsiyeti sen, kişiden nası' ayrı bir yere koyabilirsin ki? o karmaşık, devingen varlığımızın bir parçası olduğu halde, onu nasıl koparabilirsin ki?" diyebilir insan. haklıdır da. .fakat benim aşk anlayışım, insana bir başkaldırı aslında. homoseksüel olmadığımız halde, kendi cinsimizden olana sırf o kişi olduğu için aşık olabilme olasılığına şans vermek benim derdim. bunun imkansızlığındandır ki, ilişkilere inanmıyorum. yerime başka birisinin kolaylıkla geçebileceği ilişkilere inanmıyorum. ruhların dansına inanıyorum. tanımaya, hep soru sormaya, gerçek cevaplar vermeye inanıyorum. cinsiyet, ırk, yaş, meslekten bağımsız etkileşimlere inanıyorum. karşımda, tanıştığım noktadaki haliyle kalan birine değil, sürekli büyüyen ( ya da küçülen) bir insanın olduğu düşüncesiyle var olmaya inanıyorum. o kişiye "eşlik etmeye" inanıyorum, "onunla olmaya" değil. weekend isimli filmde ana karakterlerden biri çok güzel bir şeyden bahseder. (aşkla alakası yok) değindiği şey, insanın sabit kalmadığı gerçeğinin görüştüğümüz insanların aklında kaldığımız şekliyle çelişmesidir. yıllar sonra lise arkadaşlarınızla görüştüğünüzde onlar size sanki hala lisedeki sizmişsiniz gibi davranır. adeta değişme şansı tanımaz. filmdeki adam da bu anlamda o arkadaşları urgana benzetir. boynumuza yapışırlar ve bizim sürekli eski halimizde kalmamıza sebep olurlar. hala aynı müzik zevkimizin olduğunu düşünürler. hala aynı politik düşüncede olduğumuzu iddia ederler. nası' da sizi boğar, hatırlayın o ortamları. "ulan değiştim ben" diye haykırmak istersiniz ama olmaz. aşk ilişkilerinde de tanışılan kişinin ilk noktadaki haline yapılan göndermeler yüzünden, bireyler kendilerini mahkum gibi hissederler. sonra yeni biriyle tanışırsınız, yeni bir sayfa. kendinizi yeniden yaratma fırsatı tanır size. sabahları ne gıcık bir mahluk olduğunuzu bilmeyen yeni biri. bunun çekiciliği de "aldatma" dediğimiz, ama aslında insanın ele avuca sığmaz doğasının sonucundan başka bir şey olmayan duruma düşmemize sebep olur. işin özü, neden sevdiğimizi, kimi sevdiğimizi ve ilişki sürecinin bu giriftliğini göz ardı etmememiz gerekiyor.
    7 ...
bu entry yorumlara kapalı.
© 2025 uludağ sözlük