inerken boğazından
ama hissedimsiz dudaklarında
bir damla ki
yüzyıl sonra aklına çarpıp
yuvarlanacak taşlar gibi. yine de alabildiğine yoğun.
asidyen bir tepkime hikayesinin kafatasında
dağılıp yeniden birleşmesi.
Öyle ki sadece birayı anlatsam, bir medeniyet tarihi çıkarmam gerekir herhalde. Uygar insanın tarihi aynı zamanda koca bir kafayı bulmanın tarihidir.
...0000 bin yıl sonra, 5 ekstra devirirken, hayatınızın gözlerinizin önünden cidden film şeridi gibi, ama farkı, anı negatif kareleriyle oldukça yavaş ilerleyen bir biçimde görmenizdir. Kafanızı çevirdiğinizde, görüntü sizi beş yüz yıl geriden takip eder.
Tütünü Kızılderililer icat eder. Dinsel törenleri için kafa çizdirici bir şeyler hani. Yoksa şaman transa geçtiği, son nesil marijuanna çeken, Bob Dylan eşliğinde totemik danslarla hippiliğin en uzun saçında yoksa çağında mı demeliyim, gibi geleceğin söylenmesi görevini nasıl yerine getirir. Tütünden kasıt sigaraysa bayağı seyreltilmiş. Sabah kahvaltısından sonra ancak küçük bir rahatlama sağlar. O kadar. 0.8 mg nikotin, 10 mg zifir biraz da asfalt falan. işlenmemişiyse ciğerinizi göğüs kafesinizden çıkarıp yere atacak kadar doludur. Marijuannayla, aynı kanlı ciğer sökümü olayını, sanal ama gerçeğiyle farksız yaşarsınız.
Afyon orta doğuya özgü. Daha olgunlaşmamış haşhaş kapsülü mucizesi. Hasan Sabbah müritlerine cenneti vaat ederken askerleri, .. yüzyıl sonra bir Yeşilçam filminde dirilip, Kara Muratın gözleri önünde, efendilerinin bir el hareketiyle artık kaç metreyse ordan atlıyorlardı. Adam ölüyor tabii.
Şarap bilmem kimin icadıdır. Ve ilk şaraptan yine bilmem kaç yüzyıl sonra Hayam;
Şarap sonsuz hayat kaynağıdır, iç;
Gençlik sevincinin pınarıdır, iç;
Gamı yakar eritir ateş gibi,
Sağlık sularından şifalıdır, iç.
Şeklinde teraneler yazacaktı.
20. yy. sonu Türkiyesine ot, kürtler tarafından öğretildi. Benim kuşağımın bildiği kadarıyla. Çok daha öncesinde Sümerden artık süb-passionerler yapmış bu öğretim görevliliğini. Mersin sahilinde aylakça dolaşırken mutlaka biri sizi bulur; Abi ot var mı?- diye. Yoksa bir cigara.
70'ler punk, ülkesi ingiltere'den çıkıp Amerika'ya uğradığında aslında, LSD de biçim değiştirip mohikan tipi kızıl, yeşil, sarı rengarenk saçlarıyla gırtlaklarını yırtılarak şarkı söyleyen gençlerin asitlerine dönüşür. Aynı zamanın en favori drug ı. 100 mikrogramı bir iki burunluk kokaine neronlarınızda tur bindirir.
Amsterdam'da esrar içmek meşrudur. Hollywood filmlerinden çakma kocaman siyah güneş gözlüğüyle bir aynasız, elinizde üçlü bir sarmayla sizi yakaladığında, herhangi bir işlem uygulayamaz yani. Aynı şey türkiye'de olsa nezarethanede kıçınıza bir çift jop yersiniz.
Tinerse bambaşka bir olay. Tamirhanede araba kaportasının mat boyasını hazırlarken inceltilmiş tiner kullanılır ve doğal olarak da kafanız bir milyonu bulur. Ayıldığınızda bilgisayar başında klavyenin A tuşuna basmaya çalışan bir moron olarak bulursunuz kendinizi.
Amfetamin; nerotransmitter madde geçişini hızlandırdığı için, beyninizde balyoz etkisi hisseder, yerinizde duramazsınız. Noradrenalini sekteye uğratarak kafanızın içinde bir rock konseri yaratır.
Eroin tanrıyı bulmamanın en kısa yoluymuş, ya da kaybetmenin. Damardan aldığınız zehirle bir anda tavandaki floresan lambanın, beyninize düşen bir meteor olduğunu zannedersiniz. Hem de gerçek sıcaklığıyla.
Prozac; grunge rock'ın biyokimyasal temeli. Nihil davranış tableti. Elizabeth Wurtzel'in prozak toplumu adında bir kitabı ve bu kitaptan uyarlanmış bir filmi bile var. izlenesi.
Uzayıp gideceğe benziyor. Daha da uzayacak ama dışsal uyarıcılarla değil.Biyokimyamızın bizzat kendinin kendi için yarattığı içsel diğer uyarıcılarla. Yoksa hormonlar mı desek.
Dopamin- kalp atışlarını hızlandırıp kan basıncını yükseltir.
Serotonin-kan damarlarının kasılıp genişlemesi.
Tiroksin-yüksek enerji salınımıyla bağlantılı, hücre reaksiyon artımı.Vücut ısısının ter şeklinde bir çeşit dışavurumu.
Epinefrin-adrenalin-böbrek üstü bezlerinden fırlatılan bungee jumping hücresel varyantı.
Endorfin-ağrının şiddetini azaltmak, sinirleri uyuşturmak..Eroin bunun naylon kopyası hani. Hatta Tıkanma adlı kitabında Chuck Palahniuk, Victor Mancini'ye seks bağımlılarının aslında bağımlı oldukları şeyin endofrin olduğunu bile söyletir.
Seratonin mutluluk hormonu. 90'lar amerikası undergraund gay kulüplerinde ecstasy ile bol miktarda salgılandı. Salgılanmaya da devam ediyor. Ancak şimdi heryerde.
ister kabul edelim ister etmeyelim; uyarıcılar ve uyuşturuculara ihtiyacımızın olduğu bir gerçek. Yüz milyonlarca yıllık evrim bile bunu kanıtlar nitelikte. Ancak anlaşılan o ki, o, koca evrim, bize yeterli prozakları vermemiş, dışardan takviyelemeye mecbur bırakmış kendimizi. Yoksa dev içki endüstrileri nasıl ayakta kalır-hemde öyle böyle bir ayakta kalma değil hani-uyuşturucu nasıl pazar bulurdu. Şarap kendine neden şairler yaratsındı.
Ve işte isanın kutsal kanı şarap
Muhammet şarabı yasaklar, kabedeki putları teker teker yıktırır, seksi ailenin mahremine kapatır. Orijinal bir şey değil daha önce de benzer vakalar görülmüştü. Ama merak ettiğim; Muhammet'in sadece bunları yapmasıyla bizim onu bilip bilmeyeceğimiz veya deli olarak bilip bilmeyeceğimiz. Oysa Muhammet bu kadarla kalmadı. insana bir tanrı verdi, Musa gibi, Davut gibi. Yetmedi cenneti vaat etti.
Elinde çekiciyle yerkürenin tabanını zorlayan Tor
Zeus'u kandıran Hera..
Tanrı kimin icadı bilmiyorum. Otoriteler- artık kimse onlar- Akhen Aton adında bir firavundan bahseder. Çok tanrılığın kökeni bilinmez ama tek tanrılığın tarihsel kaynağı bu adamın yazdırdığı tabletlerdedir denir. Musa'nın bu tabletlerden kopya çektiği bile söylenir. Ancak neandertal insan fosillerinde bile ötedünyada kullanılacak bazı eşyalar mevcut. Ölümsüzlük düşüncesi o derece eski yani.
Yücelttiğimiz içgüdü, güdü, dürtü adı her neyse, yoğunlaşmış duygu yığını. Bernini'nin heykelleri, Goya'nın tabloları, Cemal Süreyya'nın şiirleri, Hayyam'ın teraneleri, Shekspear'ın oyunları, Hugo'nun romantik romanları, Dylan'ın sözleri mi desek şarkıları mı, Pixies'in gürültülü rock'n grungesi-Mozart'a laf etmiyorum tabii-, Stanley Cubrik'in filmleri, Sinan'ın camileri..
Neden peki? Ölümsüzlük istencinden mi. Olabilir. Neronlarım mezarda solucanlarla boğuşur ama aklım yarattıklarımla yüzyıllara uzanır eğilimi mi? Biraz öznel olacak ama yeterli değil bana göre.
Uygarlık, sanki dışımızdaymış gibi, bize kendini ürettiriyor. Pek çok geri dönüşle hen de. Moğolları hatırlamak yeterli olur sanırım. Buna rağmen genel değişim doğrunun (+) ucundan yana. Gökdelenler yapıyoruz, koca fabrikalarda kocaman kocoman makineler üretiyoruz, sibernetik, aslında olmayan ama oldurduğumuz sanallıklar yaratıyoruz.
Uygar insanın saplandığı, içinde bütün sinir hücreleriyle, ben ve bizin çarpıştığı o koca irin batağı.
Ben; narsizm, sadizm, vahşilik, ego değil tam olarak id, libido, evrimsel hayatta kalma içgüdüleri,şiddetin tarihçesi, sosyallik-cinsel olabildiği ve çıkar sağlanımını gerçekleyebildiği kadarıyla-türün devamlılığıyla ilgili özellikle dişil koruma(yeni doğanlara yönelik). Biz; karşıt yırtıcılar,besin, barınma ihtiyacı ve yine türün devamlılığı, dolayısıyla doğa tehtidi nedeniyle köşeye sıkışmış birey birey ademoğlunun toplamı.. Uygarlıksa, virgüllerin kesişimi, ilkel benden, bizle çarpışmadığı sürece vazgeçiş. Yeni ben ve biz ortaklığı..
Sorun şu ki; medeniyet biz uğruna benin bir bölümünü kendi lehine dışsallaştırmaya çalışıyor. Yüzde büyük bir ihtimalle de başarılı oluyor hani. Bu da bireyde benin kendine yabancılaşıp, uyumlu davranış takviyelemesiyle yeni uygar benliği yaratıyor. Ego. Tam da burada, varolma şeklimiz olan uygarlığın bizzat kendisi, kafatasımızın altında bir yerlerde, bu sebeple müthiş bir gerilime neden oluyor ve bu gerilim sayesinde kendini üreten kısır döngünün mutlak enerjisini buluyor. Var olabilmek için sahip olduğumuz vahşilikleri, bilincimizin bir köşesine itiyor. Yok edemiyor çünkü bu, tek tek her şeyimizin kodlanmış olduğu genetiğimizin yok olması, dolayısıyla da bizim yok olmamız demek. Oysa insanlık ne kadar uygarlığa muhtaçsa, uygarlık da aynı derecede insana muhtaç. Bu yüzden kendi için zaralı virüsleri bir yerlere tıkıştırıyor. Ve bu noktada neronlarımıza saklananlar edilgen bir biçimde kendilerini uyuşturucu, alkol, adranalin istenci; ya da etken medeniyet yararına, sanat üretme ve bir tanrıya sahip olma olarak dışavuruyorlar. Hepsi de bireysel veya toplumsal halisülasyonlar yaratıyorlar. Yaratmak da zorunda. Yoksa hayatımız Kafka’sal bir korkunçluğa dönüşürdü. Bir sabah sancılı uykumuzdan uyandığımızda , devcileyin bir hamam böceğine dönüşmüş olarak bile bulabilirdik kendimizi. Uyuşturucu ve uyarıcılar-ki sadece dışardan aklıklarımız değil aynı zamanda inandıklarımız ve ürettiklerimiz de- bu korkunçluğu, bir nebze olsun yumuşatıyor. Kafasal gerilimimizi yatıştırıyor. Evrim endokrin sistemimizi yeterince mükemmelleştirememiş olmalı. Mükemmelleştiremediği derecede şu koca medeniyete sahip oluyoruz ya zaten.
bize bak.
bütün bir acının tekrar yinelenmediği
kameranın
diyarına doğru.
eger dolaşırsam
zamanın sınırlarında
ama öteye geçememe olasılıgıyla tabii,
boşluklara eğilip
sıcağı hissetmek ve teninde.
hem de yanarcasına duyduğun buz bloklarına
çarparak kafanı;
bir kan pompası var yerde
bin kafatası parçası
ve yerinden boşalmış ağır bir beyin
olanca ağırlığıyla..